Aristo Sonrası Felsefe

Düşüncelerinizi Özgür Bırakın
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Siyabend
Belawela Muhtarı
Belawela Muhtarı
Mesajlar:19658
Kayıt:15 Eki 2006 12:05
Ruh Hali:Mutlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Kova
Takım:Galatasaray
Aristo Sonrası Felsefe

Mesaj gönderen Siyabend » 03 Şub 2008 12:54

Aristo'nun ölümünün hemen ardından felsefenin durumunu incelemeyi yeniden sürdüreceğiz. Bilimlerin bir uzmanlık dalı biçimindeki gelişmesine paralel olarak, bu dönemde felsefe, günümüzdeki felsefeden anladığımız gerçek anlama sahiptir. Bu felsefe üç ana disiplinden oluşur: Mantık, fizik (metafizik), ahlâk. "Mantık"; felsefî düşüncenin izlemesi gereken doğru yolu gösteren bir disiplin, felsefeye bir giriş, bir başlangıç olarak algılanıyordu.

Fizik (o zaman henüz metafizik kavramı yoktu) ise doğayı bütüncül olarak kavrayan ve doğa içinde etkili olan güçleri irdeleyen disiplin olarak düşünülmüştür. Bunun içindir ki Tanrıların var olup olmadığı konusu da fiziğin konusu içinde sayılıyordu. Ahlâk ise, insan ile evren ilişkilerini araştıran bir felsefe dalı olarak algılanıyordu.

Ahlâk, "insanın evrendeki konumu nedir? İnsan yaşamının anlamı nedir? İnsan dünyaya hangi görevleri yapmak için gelmiştir?" gibi sorulara yanıt arayacaktı. Ahlâk, o zamanki bir deyişle "en yüksek iyi"yi kendisine konu yapacak, yani; "En yüksek iyi nasıl elde edilir?" sorusunun yanıtını arayacak ve yavaş yavaş gelişerek, felsefenin temel disiplini olacaktı.

İnsanın yaşam karşısında ne gibi bir tutum alması gerektiği, ne gibi görevlen olduğu konularını bilmek için felsefe ile uğraşılır olmuştu. Böylelikle ahlâk, felsefenin "amacı" oldu, felsefe ahlâk ile olgunluğu yakalayabildi. Fizik ise, felsefenin ana disiplini durumuna gelen ahlâka, yalnızca temel olma görevini üstlendi. Çünkü, insanın evren karşısında nasıl bir tutum içinde olacağını bilmek için, öncelikle evrenin yapısını bilmek gerekir. Mantık ise, evreni bilmek için, ne gibi bir yolun izlenmesi gerektiğini gösterecekti.

Ancak, asıl amacını ahlâkta bulan felsefe, zamanla, yavaş yavaş bir "din görüşü" durumuna dönüşmüştür. Çünkü eski Yunan dini, Tanrıları, mitologyası ve gelenekleri ile artık aydınları tatmin etmiyordu. İşte o dönemin kültürlü insanları için gelenek ve dinin "bos bıraktığı" yeri felsefe doldurmuştur. Bu gelişme, felsefenin birbirine karşıt birtakım okullara ayrılmasına neden olmuştur.

Bu dönemin felsefesinin karakteristik yanı: Kafaları uğraştıran ahlâk konularına özellikle "ölüm" konusu eklenmiştir. Eski Yunanlılar ölümü çok doğal bir olay olarak algılar. Ancak bu sözünü ettiğimiz dönemde ölüm artık doğal bir olay olmaktan çıkmış, bir "sorun" olmaya başlamıştır. Bu nedenle; "Taşçım karşısında nasıl bir tutum almalıyız!" sorusu yanında bir de "Ölüm karşısında nasıl bir tutum almalıyız?" sorusu ortaya atılmıştır. Böylece zorunlu olarak, ölümü de içinde taşıyan hayat karşısında "en uygun tutumun ne olacağı"^ bu dönem felsefe okullarını ilgilendiren başlıca konulardan biri olmuştur.


Cevapla

“Özgür Düşünce & Felsefe” sayfasına dön