Fransiskenler ve Dominikenler

Düşüncelerinizi Özgür Bırakın
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Siyabend
Belawela Muhtarı
Belawela Muhtarı
Mesajlar:19658
Kayıt:15 Eki 2006 12:05
Ruh Hali:Mutlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Kova
Takım:Galatasaray
Fransiskenler ve Dominikenler

Mesaj gönderen Siyabend » 03 Şub 2008 13:01

Bundan önceki tarikatlar, daha çok, üyelerinin özellikle tarım işlerinde bizzat çalışmaları ile yaşıyorlardı. Oysa Fransisken ve Dominiken tarikatı mensupları için bedensel çalışma yükümlülüğü yoktu.

Her iki tarikat da bilimsel çalışma yapmak için kurulmuş olmamalarına rağmen, bilimsel araştırmalar bu tarikatlarda sanki kendiliğinden başlamıştır. Fakat, aynı zamanda, aralarında bir "zıtlık" da görülen bu iki tarikat, iki ayrı görüşün taşıyıcıları olmuştur.

Gerek yeni kurulan üniversiteler, gerekse bu yeni tarikatlar için ortak ve karakteristik olan nokta, "Aristo"yu incelemeye almalarıdır. Aristo'yu Batı Arapça çevirileri üzerinden Lâtinceye yapılan çevirileriyle tanımıştır. Skolastiğin birinci döneminin Eflâtuncu ve özellikle de Yeni Eflâtuncu olduğunu biliyoruz. İkinci dönem ise "Aristocu "dur. Ancak bu dönemde Aristoculuk akımı, hiçbir direnme ile karşılaşmadan rahatlıkla gelişebilmiş değildir. Bu yeni Aristo araştırmaları akımına birçok kişiler, bu arada Kilisenin etkili ve sorunlu kişileri de, karşı çıkmıştır.

Aristoculuk akımına karşı takınılan tutumları dört istikamette toplayabiliriz:

1) Aristo'nun etkili olmasına ve benimsenmesine tam anlamıyla "karşı" olanlar. Başlangıçta çok güçlü olan bu istikametteki tutum, zamanla önemini yitirmiştir.

2) İkinci yöndeki tutum, birincinin tam karşıtıdır. Bu ikinci eğilim "'Aristocu1 'dur. Fakat Aristo'yu "İbni Rüşd"ün anladığı ve sunduğu gibi benimser. Lâtin İbnî Rüşdçülerin en ünlüsü, Paris Üniversitesinden "Brabant'lı Siger"dir.

Brabant'lı Siger

(? -1282) Siger İbni Rüşd'ün şu görüşlerini benimser: Tüm insanlar için ortak olan bir akıl vardır. Ölümsüz olan, bu ortak akıldır. Sonra evren Allah tarafından belli bir zaman anında yaratılmış olmayıp, başlangıçtan bu yana vardır. Siger ve yandaşları bu düşünceleri Paris'te Kilisenin karşı çıkışı ile karşılaşmış ve Kilisenin düşmanlığını kazanmıştır.

Siger Kilise ile düştüğü bu karşıtlıktan kurtulmak için, Skolastiğin son döneminde ve Rönesans'da rastladığımız, bir çözüm şekli bulmuştur. Bu çözüm şekli, gerçeğin "çift" olduğu görüşüdür. Bu görüşü şöyle özetleyebiliriz: Felsefe açısından doğru olan bir şey, ilahiyat açısından yanlış olabilir.

Felsefe ve ilahiyat ayrı ayrı alanlar olduğundan, felsefenin doğru bulduğu bir gerçeği dindar bir insan, pekâlâ ve de haklı olarak yanlış diye düşünebilir. Fakat Kilise bu "çift gerçek" varsayımı ile rahatlamamış olacak ki, tutumunda yeterli bir gevşeme olmamıştır. Nitekim Siger'in bu görüşleri Kilise tarafından resmen yasaklanmıştır. Bu yasaklama, İbni Rüşdcülüğün felsefe tarihi sahnesinden yeniden çekilmesine neden olmuştur.

Geri kalan iki istikametteki görüşler Aristo'yu benimser. Yalnız onu Kilisenin ve Augustinus'un görüşleri ile uzlaştırmaya çalışarak.

3) Üçüncü istikametteki akım, temelde Augustinus'u dayanır ve Aristo'yu ancak ölçülü benimser. En önemli temsilcisi de Bonaventura olan bu yöndeki akımı, "Fransisken" tarikatı temsil eder.

4) "Dominiken" tarikatınca temsil edilen sonuncu eğilim ise, temele Aristo'yu alır ve bu temel üzerinde yeni bir ilahiyat ve felsefe kurmaya çalışır. Başlıca temsilcisi Aquino'lu Thomas olan bu akım, özellikle Kilisenin "resmi görüsü" olmuş ve bu zamanda Batıda Kilise en yüksek dönemine ulaşmıştır.


Cevapla

“Özgür Düşünce & Felsefe” sayfasına dön