İslâm Perspektifinden Kadin Ve Erkek

Dinimiz hakkında hertürlü bilgi
Cevapla
Newroz
Yönetici
Yönetici
Mesajlar:1097
Kayıt:06 Ara 2006 16:10
Ruh Hali:Huzurlu
Cinsiyet:Kadın
İslâm Perspektifinden Kadin Ve Erkek

Mesaj gönderen Newroz » 25 Oca 2007 21:05

“İSLÂM PERSPEKTİFİNDEN KADIN VE ERKEK”

“Ey İnsanlar! Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Allah indinde en üstün olanınız takvada en ileri olanınızdır.” (Hucurat, 13) (S.53)

“Yaratılan düzen açısından bakıldığında, mikrokosmosun kadın ve erkek şeklinde farklılaşması ile gözlenen ikilik veya kutuplaşma bir tesadüf eseri değildir. O, insan tabiatını oluşturan en derin özelliktir. Bunu, yukarıda zikrettiğimiz âyette ve diğer âyetlerde Allah’ın insanları çift çift ve kadın ve erkek şeklinde yarattığını buyurmasından da anlayabiliriz. Allah, hem erkek, hem de kadının yaratıcısıdır, bu sebeple bu iki cinsiyet arasındaki farktan doğan herşey onu İlm’i ve İnayet’ine bağlanmalıdır.”

“İslâmi açıdan, özellikle kadın ve erkeğin eşitliği, insan cinsine dahil oldukları için insanın mükemmeliyeti ile ilgili bir konudur. Erkek ve kadın ölümsüzlük ve manevî kurtuluş için yaratılmışlardır.”

“Ayrıca, iki cinsiyet arasındaki fark sadece biyolojik ve fizyolojik olamaz, çünkü geleneksel anlayışta cismânî varlık düzeyi şeffaf (subtle) olanda, şeffaf varlık düzeyi ruhî olanda ruhî varlık düzeyi de İlahî Varlık’ta bir asla sahiptir. Cinsiyetler arasındaki fark anatomik ve biyolojik fonksiyonlara indirgenemez.” (S.54)

“Bunlardan başka, kadın ve erkek şeklinde mikrokozmik düzlemde temsil edilen ikiliğin in divinis (kutsal) kaynakları olan İlâhî Tabiat’ın ilkelerinde, psikoloji ve mizaçta ve ruh tiplerinde de farklılıklar vardır. Allah hem Mutlak, hem de Bâkî’dir. Mutlaklık –ve ondan ayrılamayacak olan Celâl sıfatı-doğrudan erkek halinde, Cemâl sıfatı ise dişi halinde tezahür eder.” (S.54-55)

“Ancak Allah bir olduğu, insan da O’nun İsim ve sıfatlarını yansıtan bir yaratık olduğu için(2) insan O’nun bir yansımasıdır (tecelli) ve O’na dönmeye çalışmaktadır. Bu yüzden cinsiyetler arasında hem bir bütünleşme, hem de bir rekabet sözkonusudur” (S.55)

“Bazı dinler, cinselliği mahkûm ettikleri halde, İslâm ona insanın kemale ermesinin ve en üst seviyede Allah’a ulaşmanın bir sembolü olarak olumlu bir yer verir. Ancak cinsi ilişkiler İlâhî Kanun’un emirlerine uymalıdır. İnsanın ilk haline (fıtrat) atıfta bulunarak, insanı olduğu gibi kabul eden(3), İslâm, kadın ve erkeğin aşkını Allah aşkından ayırdedilemeyen ve en üst düzeyde O’na ulaştıran bir şey olarak görmektedir.(4) Bu anlayış sebebiyle İslâm maneviyatında ‘mecâzî aşk’ (el-aşk el-hakikî) kadar bir sevgi hiyerarşisi mevcuttur.(5) Peygamber’imizin iyi bilinen bir hadisinde dünyada kendisine sevdirilen şeylerin kadın, güzel koku ve namaz olması, İslâm’ın cinselliğe verdiği olumlu anlamı göstermektedir. Bu, kadınlığın manevi tabiatı ile, insanlar için Allah ile karşılaşmanın en dolaysız yolu olan namaz ve duyuların en hassas olan koku alma yetisi arasındaki ilişkiyi belirtmektedir” (S.55-56)

“İbn Arabi, Allah’ın kadındaki tezahürünün mümkün olan en üst tefekkür olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmiştir:

“İnsan Allah’ı kadında temaşa ettiğinde, bu pasif bir temaşadır; eğer O’nu, kadının erkekten geldiğini görerek kendi mevcudiyetinde tefekkür ederse, o aktif bir temaşa olmuş olur; Allah’ı tek başına tefekkür eder ise (ki bu O’nu, O’ndan gelen herşeyden beri kılmakla mümkündür), o halde temaşası vasıtasız bir şekilde Allah’a göre pasif bir konumdadır. Sonuçta, kişinin Allah’ı kadında temaşa etmesi en mükemmel olanıdır, zira Allah hem aktif, hem de pasif olduğundan, hangisi temaşa edilirse edilsin, temaşa edilen sonuçta Allah olacaktır. Şu nedenle: Peygamber Efendimiz (salat ve selam üzerine olsun) kadınları, Allah’ı en mükemmel şekilde tefekkür etmenin aynaları olduğu için sevmiştir. Kimse Allah’ı (hissî veya manevî) bütün desteklerin yokluğunda tefekkür edemez, zira Allah, Zât-ı Mutlak’ında bütün âlemlerden müstağnidir. Fakat, İlâhî Hakikat, (Zât’a) izâfeten idrak edilemediği ve sadece sıfatlarda tefekkür (şehadet) bulunduğu için Allah’ın kadında tefekkür edilmesi en mükemmel olanıdır; yine duyulur âlemde bu tefekküre mesned teşkil eden en kesif vahdet de nikah akdidir.”(8) (S.57)

“İslâm cinsiyetlerin birbirleriyle çatışan değil, birbirlerini bütünleyen şeyler olduğunu gösteren bir insanlık düzeni getirmiştir. Toplum ve aile temelinde, mümkün olan en büyük istikrarın bulunduğu, erkek ve kadınların aile yapısına mümkün olan en üst düzeyde bağlı olduğu ve evliliğe dinî bir vazife anlamı kazandıran bir sosyal düzen vardır İslâm’da.”

“İslâmî sosyal düzenin başardığı şey, temelinde insanların bulunduğu ve sonunda insanı mükemmelliğe ulaştıracak mümkün olan en büyük dengeyi kurmaktır. Yoksa, muhakkak ki, çok-eşli bir ailede yaşayanlar da, bugün herkesin her istediğini yaptığı ve isteğine göre hareket ettiği, hatta ‘özgür’ insanların atomize varlıklar gibi yaşadığı tek-eşli evliliklerdeki gibi mutsuz olabilirlerdi. İslâm’da, herkesi mutlu etmek bir gaye olmamıştır; çünkü bu, dünyada gerçekleşmesi mümkün olmayan bir şeydir.”

“Asıl gaye, Allah’ın yeryüzündeki halifesi (halifetullah) olan insanı en verimli bir şekilde yaşatacak ve insan hayatı denilen bu geçici yolculuk sırasında O’nun Kudreti’nden haberdar olarak yaşanacak ahenk ve dengenin hakim olduğu bir düzen oluşturmak olmuştur.” (S.58)

“Cinsellik, sadece biyolojik bir durum olmayıp, aynı zamanda belirgin bir metafizik öneme de sahip olduğu için(11), İslâm insan hayatındaki bu önemli unsurun olumsuz yönünden çok olumlu yönünü vurgulamıştır.” (S.59)

“Peygamber’in bazı hadislerinde kadınlar gibi giyinen ve hareket eden erkeklerin veya aynı şekilde kadınların ortaya çıkışının kıyamet alâmetlerinden

olduğu söylenmektedir. İslâm’da, erkek ve kadının ikisi de Allah’ın kulları olarak görülür, her birinin O’nun İsim ve sıfatları’ndan birini tezahür ettirdiği ve Allah’ın onlara takdir ettiği ve insan varlığının gayesi kıldığı kemal ve âhengi, onların bütünleyici beraberliklerinde gösterdiği fikri mevcuttur.” (S.59-60)

“Bunların özeldeki uygulamaları İslâm’ın geliştiği ve yayıldığı kültürel ve sosyal mecralara göre çeşitlenmektedir. Meselâ, bir Malezya kadınının güzelliğini gizleme tarzı, bir Suriyeli, Pakistanlı veya Senegalli kadınınkinden çok farklıdır; hatta aynı ülke içinde bile köylüler, göçebeler ve şehirlilerin örtüleri (hicab) hiçbir zaman aynı olmamıştır.”

“İslâm dünyası seçkin birer dini ve fikri şahsiyet olan kadınlara her zaman sahip olmuştur; kâmil bir velî olan Peygamberimiz’in kızı Hz. Fâtıma (r.a.), kendisinden bir çok hadis rivayet edilen Peygamberimiz’in eşi Hz. Âişe (r.a.), kardeşi Hz.Hüseyin’in (r.a.) Kerbelâ’da şehid edilmesinden sonra Yezîd’e karşı İslâm tarihinin en beliğ konuşmalarından birini yapan Peygamber’in torunu Zeyneb (r.a.), müslüman velîlerin en büyüklerinden olan Râbia (r.a.) ve fıkıh konusunda büyük bir bilgiye sahip Seyyide Nefise (r.a.) bunlardan bazılarıdır.” (S. 60)

“Kur’ân’da erkeklerin kadınların üzerine hâkim oldukları bildirilmiştir, ancak bu erkek iki ayaklı bir hayvan değildir. Aksine, ona bu görev Allah’ın imam’ı ve ruhu O’na döndürülecek bir halife olarak verilmiştir. Bir anlamda erkeğin ruhu, hanımına iyi bir eş ve çocuklarına da iyi bir baba olabilmesi için Kutsal Ruh’un dostu olmak zorundadır. Kadının erkeğe isyanı, erkeğin Allah’a olan isyanından önce değil, sonra olmuştur.”

“İslâmî vecibelerin her iki cins için de geçerli olduğunu Kur’ân şu şekilde beyan etmektedir:

Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, taate devam eden erkekler ve taate devam eden kadınlar, doğruyu söyleyen erkekler ve doğruyu söyleyen kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, (Allah’a) saygılı erkekler ve (Allah’a) saygılı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar; Allah bunlar için bağış ve büyük mükafat hazırlamıştır. (13) (Ahzab, 35)” (S.61)

“Allah-u Tealâ onlardan da, ibadetlerin varlık nedeni olan en yüksek manevî dereceye ulaşmaya çalışmalarını istemektedir. Tasavvufi pratiklere kadınlar da katılmışlar ve tarikatların her zaman pek çok kadın müridi olmuş, hatta bunlardan bazıları velâyete ulaşarak mürşid bile olmuştur.” (S.61-62)

“Allah’ın İsm-i Âzam’ında ne dişilik, ne de erkeklik vardır, ancak hiç kimse doğduğu cinsiyetin olumlu unsurlarını kendi varlığıyla bütünleştirmedikçe, o İsm’in iç mahremiyetine nüfuz edemez.”

“Cinslerin, birlik ve bütünleyiciliklerinden doğan dengeye karşı isyanları, modern insanın Allah’a isyanının hem bir yardımcısı, hem de bir sonucudur.”

“İki cinsin sahip olduğu belirgin ve ayırıcı özellikleri ve bu tarafsız kozmik gerçekliğe dayanan Kutsal Kanun’u reddetmek demek, insanî seviyenin altında yaşamak, yani ârızi bir insan olmak demektir. Bu ise, kadın ve erkeğin ebedî hayatını, güya dünyevî bir adalet uğruna feda etmek ve ondan taviz vermek anlamındadır.”


Cevapla

“İslam ve İnsan” sayfasına dön