işimiz ne zaman Allaha kalır?

Dinimiz hakkında hertürlü bilgi
Cevapla
DELAL
Binbaşı
Binbaşı
Mesajlar:1215
Kayıt:24 Tem 2008 21:39
Ruh Hali:Huzurlu
Cinsiyet:Kadın
Burç:Oğlak
Takım:Fenerbahçe
işimiz ne zaman Allaha kalır?

Mesaj gönderen DELAL » 04 Mar 2009 23:48

İşimiz Ne Zaman Allah’a kalır?
Kendimizi kendimize yeter hissettiğimiz yerlerde,
sahiden "Allah’a iş kalmıyor" mu? İşler yolundayken, dua gerekmiyor mu?
İstemek, yoksulluğun ve çaresizliğin hemen yanıbaşında bekler.
Elimizde bir şey yoksa, dilimiz istemeye yönelir. Elimizden bir şey gelmiyorsa, dudağımıza istemek gelir.
Tam tersine, doygunluk ve varlık, dilimizi istemekten geri çevirir, dudağımızı dilekten çeker. Kendimizi kendimize yeter görüyorsak, bir başkasına başvurmayız. İhtiyaç duyduğumuz her şey elimizin altındaysa, önümüzdeki her engeli aşabiliyorsak, kimseden bir şey istemek durumunda değiliz demektir. Fakir ya da aciz değilsek, kapımız istemeye kapalıdır.
Hayatın akışı içinde hem ister hem istemez olduğumuz hallere uğrarız. Kendimizi oldukça muktedir hissettiğimiz anlarda, kimseye tenezzül etmeyiz.
İçimizden istemek gelmez. Böyle durumlarda iş, "bizim işimiz"dir, iş "çocuk oyuncağı"dır. İstemek aklımıza gelmez, çünkü bu işi "biz yaparız", işi "şansa bırakmayız, "iş bitirici"yizdir. Zaman zaman, bunun aksi de olur; işi yapabileceğimize, işin yolunda gideceğine dair görünür hiçbir neden yoktur. İşte o zaman, biz "iş bitirici"ler için iş, "Allah’a kalmış"tır, iş "duayla gider." Bir koyu belirsizliğin ortasında ne kadar dualara sarılıyorsak, herşeyin baştan belli olduğu, "yolunda" göründüğü meydanlarda o kadar kendimize güveniriz; tersinden söylersek "işimiz Allah’a kalmış" değildir.

Öyle mi? Kendimizi kendimize yeter hissettiğimiz yerlerde, sahiden "Allah’a iş kalmıyor" mu? İşler yolundayken, dua gerekmiyor mu? Bu soruların cevabı, kendimizi kendimize yeter hissettiğimiz anların tahliline ve işlerin yolunda gidişini tanımlamaya bağlıdır. Bu durumda, soruları yeniden sormamız gerekiyor. "İşimiz Allah’a kalmış" değilken, sahiden kendi kendimize yetiyor muyuz? İşler yolundayken, sahiden kimseden bir şey istemeyecek halde miyiz?

Gelelim cevaplara: Yeryüzünde yapageldiğimiz her şey, bir sebep-sonuç ilişkisi içinde yürümektedir. Bir sonuca mutlaka onun için gerekli sebepleri hazır ederek ulaşabiliriz. Bu dünyada sonuca ulaşmanın yolu yordamı böyle konulmuştur. Bu yolu izleyen istediğine erişir. Belli bir sonuç için gerekli tüm sebepleri hazır eden biri de, istediğini elde etme konusunda kendisini "kendi kendine yeter" görür ya da işin "yolunda" olduğunu söyler. Görünüşte haklıdır. İşi kuralına göre oynadığına göre, işi bir başkasına bırakmış değil, bir başkasından yardım istemeyecek kadar da yoluna koymuş sayılır. Dilediğini elde etmek, isteğine ulaşmak konusunda, bundan öte yapılacak bir şey yoktur. Dilimize her nereden yerleşmişse, "işi Allah’a bırakmak" tabiri, bu sınırların berisinde pek kullanılmaz. İş, gerekli hazırlıkların yapılamadığı yerde, eksiklikler ya da aksaklıkların kaçınılmaz olduğu anlarda "Allah’a kalmış"tır.

Görünen o ki, işi Allah’a bırakmak ya da bırakmamak, bir başka tabirle, dua etmek ya da dua etmeme kararı, sebepler ile sonuçlar arasındaki boşluğu ne kadar doldurduğumuza bağlıdır. Sonuca giden yolda hiçbir boşluk bırakmamışsak, iş Allah’a kalıyor değil ve dua etmesek de olur. Sonuç, elimizde olan sebeplerin ve yaptığımız hazırlıkların garanti edeceği bir şey değilmiş gibi göründüğünde, yani sebepler ile sonuçlar arasında boşluk bıraktığımız yerde, işimiz "Allah’a kalıyor" ve dua etmemiz gerekiyor.

İşte işin tam burasında, sebep-sonuç ilişkisine nasıl baktığımızı açığa çıkarmamız gerekiyor. Kendimizi sebepler ile sonuçlar arasındaki mesafeyi doldurabilir yeterlilikte mi görüyoruz, yoksa sebepleri ne kadar hazır edersek edelim, istediğimiz şeyin, yani sebeplerin bir uzantısı olarak değil de, ayrıca verildiğini mi düşünüyoruz.

Risale-i Nur, sebep ve sonucu, birbirinin uzantısı bir zincir olarak görmek yerine, birbirinden bağımsız, ayrı ayrı yaratılıyor olduğunu görmeye davet eder bizi. Ehl-i imanın ağzına bile bulaşan ve sonucun sebeplerin bir uzantısı gibi görüldüğü determinist anlayış, yerine "iktiran" gibi çok heyecanlı bir bakış açısını sunar Risale-i Nur. Buna göre, sebep ve sonuç birbirlerinin uzantısı olarak değil, sadece "beraberce" ve "ayrı ayrı" yaratılıyordur. Yani, istediğimiz bir sonucun varedilmesinde ilgili sebepler bir katkıda bulunuyor değil, sadece önceden geliyor. Sebeplerin önceden hazırlanması o sonucun varedilmesi için bir kural olarak konulmuştur


Cevapla

“İslam ve İnsan” sayfasına dön