1187 yılının yazında kral Guy de Lusingnan’ın komutasındaki Haçlı ordular, Taberiye gölü yakınlarına ulaştılar. Taberiye gölünün etrafında, Müslüman Kürt komutan Selahaddin Eyyubi liderliğindeki İslam ordusu kendilerini bekliyordu. Haçlı ordusu içindeki "ılımlılar"-örneğin Raymond de Tripoli- Taberiye (Tiberius) ye kadar gidip Selahaddin’le savaşmanın, coğrafi ve lojistik koşullar nedniyle kendileri açısından bir felaket olacağını öne sürdü:
"Gerçektan savaş tatbikleri açısından, hele de yaz ortasında, çölde savaş yürütmek oldukça risklidir, üstelik savaşacağınız ordu hem bölgeyi avucunun içi gibi biliyor hem de oldukça üstün bir komutanın öncülüğündeyse bu risk iki katına çıkar." Ancak, Raymond’un teklifi sıcak karşılanmdı. Raynaud de Chatillon ise bu fikre karşı çıktı ve Müslümanlar’ın bu büyük fırsatı kullanılarak yok edilmeleri gerektiğini savundu. Kral Guy de Lusignan da Raynaud’ya ve onun gibi düşen radikallere uydu ve Ortadoğu, hatta dünya tarihinin en önemli savaşlarından birine doğru yola çıkıldı.
Haçlı orduları, Taberiye gölünün yakınına ulaştığında korktuğu şeyle karşılaştı. Selahahddin’in askerleri Haçlı ordularının çevresini kuşattılar. Günün ilk ışıklarıyla birlikte saldırı başladı ve 90 yıl önce Filistin topraklarına büyük bir zaferle girmiş olan Haçlı orduları büyük bir bozguna uğradı. Haçlı askerlerinin, hatta şövalyelerin önemli bir bölümü savaşırken öldü, bir kısmı da teslim oldu.
1095 yılında Avrupa’dan yola çıkan ve 1099 yılında Kudüs’e (Yeruşalim) ulaşarak buradan Antakya’ya kadar uzanan bir coğrafya üzerinde görkemli bir Haçlı Krallığı kuran Batı Emperyalizmi aradan geçen 88 yıldan sonra büyük yenilgiye uğradı.
Haçlılar 88 yıl önce ilk geldiklerinde Kudüs’ü (Yeruşalim) almayı başarmışlardı, çünkü kendilerine karşı koyacak örgütlü bir askeri güç yoktu. Ortaduğu’daki feodal aşiretler ve emirlikler birbirleriyle çatışıyorlardı ve oldukça da geri bir teknikleri vardı. Kısaca militler organizasyon mantığı bu coğrafyada henüz gelişmemişti. Direnme güçleri yoktu. Sellahaddin Eyyubi bu durumu iyi tesbit etti ve çözümün düzenli bir ordudan geçtiğini fark etti. Bu ordunun geliştirilmesi için gereken ekonomik kaynağı besleyecek olan ideoloji ise "Kutsal Savaş / Cihad İdeolojisi" ydi. Gereken propaganda yürütüldü ve "İslam Orduları” oluşturulmaya başlandı. Bu öncülerden biri de S,Şam Emiri Mahmud Nureddin’dir. Selahaddin ise onun halefedir.
Bu savaşta gücünü tamamen yitiren ve telef olan Haçlı Krallığı’nın büyük bölüm Selahaddin Eyyubi tarafından ele geçirildi. Selahaddin’in en önemli hedefi, kuşkusuz Kudüs’tü. Selahaddin Eyyubi, Ekim 1187’de ordusuyla birlikte Kudüs’e girdi. Franklar hariç, Doğu ve Grek Hristiyanları’nın şehre yerleşip ibadetlerine devam etmelerine izin verildi. Kudüs’te, bu kez İslam devleti süreci başladı. Kudüs, bu tarihten sonra 8 asır daha Müslümanlar’ın egemenliği altında yaşadı.
Haçlılar, Selahaddin Eyyubi’nin zaferinden sonra Filistin’de tamamen yok olmadılar. Savaştan sap kurtulan şövalyeler önce Sur (Syr) kentinde toplandılar, sonra Akra kalesini ele geçirdiler ve Haçlı Krallığı, Kudüs’ü alamasa da, bir yüzyıl daha Akra’da ve çevresinde yaşadı. 1291 yılında tüm Haçlılar, bu kez Memlük emiri El-Eşraf Halil tarafından, yenilgiye uğratıldılar.
Bu yenilginin anlamı tüm Filistin topraklarının, Müslümanlar’ın egemenliği altına girmesidir. Şimdi tüm Suriye ve kıyı bölgelerinde siyasi egemenliğin yanı sıra ticari egemenlik de Müslümanlar’ın elindeydi.
Haçlı emperyalizminin 1291’deki bu yenilgisinden sonra- Napoleon’un 1800’lerin başındaki başarısız seferi hariç- Ortadoğu genelde İslam ideolojisinin egemenliği altına kaldı. Büyük bir askeri ve finansal güce dayanark Filistin’i ele geçiren Haçlılar, "Hz. İsa’nın doğum yeri olan Nazareth’i (Nasıra) de içinde barındıran, kendilerine göre kutsal topraklar" bir daha geri dönme fırsatı bulamadılar. Bu, Hıristiyanlar için büyük bir hayal kırıklığı oldu hatta, Batı da çok büyük tarihi çalkantılara ve hareketlere neden oldu. Avrupa’ya geri dönen bir çok Haçlı komutanı Papalığın emriyle tasfiye edildiler ve mal varlıklarına el konuldu.
Ama aynı coğrafyanın başka sakinleri de vardı ve onlar pek dikkat çekmiyorlardı. Adeta varlıkları ile yoklukları bir gibiydi. Belki çok açıkça fark edilmiyordu ama Onlar daFilistin’de varolma iddiasındaydılar. Bu proje, onların dini ve ulusal kültürlerinde yüzyıllardır varlığını koruyan bir "İdea"ydı aslında. Bu idea’yı uygulamaya dönüştürebilecek bir siyasi güce ve ideolojik formasyona da sahipti.
Selahaddin Eyyubi
-
- Onbaşı
- Mesajlar:34
- Kayıt:01 Nis 2007 11:06
- Ruh Hali:Mutlu
- Takım:Galatasaray