Siyasi Tarih

Türkiye ve Dünya Tarihi
Cevapla
alizeee
Teğmen
Teğmen
Mesajlar:167
Kayıt:15 Eki 2006 21:08
Ruh Hali:Mutlu
Takım:Galatasaray
Siyasi Tarih

Mesaj gönderen alizeee » 15 Eki 2006 23:55

EMPERYALİZMİN EGE SULARINDA BOĞULDUĞU GÜN: 9 EYLÜL 1922



Mütareke ve Yunan işgali döneminde, İzmir ve artbölgesini konu edinen doktora tezim basıldığından beri: İzmir’in işgali, işgal yıllarında yaşananlar ve kurtuluş hakkında konuşuyor ve yazıyorum. Her geçen yıl, bunlar hakkında daha çok konuşup yazdığımın da farkındayım. Türk Kurtuluş Savaşı’nı anlatan ve bir süredir elden ele dolaşan bir romanın, korsan yayıncılığın son derece yaygın olduğu ülkemizde, yüzlerce baskısının yapılıp satılması, sadece yazarın kalem kullanmaktaki maharetinden kaynaklanmıyor. Eğer böyle olsaydı, arkasındaki inanılmaz medya desteğine rağmen, kitaplarının satışlarından memnun olmayan ya da bazılarına göre Nobel Ödülü peşinde koşan bir başka romancımız, hiçbir şey bilmediği son derece tartışmalı bir tarihsel olayla ilgili, akıllara zarar fikirler (!) öne sürme yersizliğinde bulunmazdı.
Söylemek istediğim şu: Yayıncı dostlarımızın da sık sık vurguladığı üzere, Türkiye’de okurun tarihe olan ilgisi giderek artmaktadır. Kitapçı raflarında boy gösteren, çok sayıda popüler tarih dergisinin varlığını, aynı ilgiye borçlu olduğunu söylemek isterim. Keşke bu ilgi, insanımızın tarih bilincinin önemini kavramasından kaynaklanmış olsaydı. Oysa ilgiye neden olan, ulus olarak hiç de yabancısı olmadığımız saldırgan ve yayılmacı bir illet: Emperyalizm. Egemen güçlerin, berbat olanı allayıp pullamayı, sanat haline dönüştürdüğü bir Dünya’da yaşıyoruz. Nasıl vahşi kapitalizm, piyasa ya da serbest pazar ekonomisi yapıldı ise, emperyalizm de şekere bulandı. Bir süredir adı: Küreselleşme.
Türkiye bağımsızlığını, silahının gücüyle kazandığı 1920’lerin başından buyana elbette çok gelişti ve değişti. Ancak ne yazık ki, bugün vardığımız nokta 20. yüzyıl başındaki teslim alınmış Türkiye manzarasından pek farklı değil. 2001 yılından beri, Türk hükümetlerinin ulusal bütçeyi, TBMM Genel Kurulu’na indirmezden önce, Uluslararası Para Fonu’nun onayını almak zorunda olduğunu biliyor muydunuz? Sevr Antlaşması’nın 232. maddesi de, Osmanlı bütçesinin Meclis-i Mebusan’dan önce, galip devletlerin temsilcilerinden oluşan bir maliye komitesince onaylanmasını öngörmekteydi.
İktisaden teslim alınmış bir ülkenin, bağımsızlığından söz edebilmek mümkün mü? Duyarlı yurttaşların, Türkiye’nin bir kez daha kuşatıldığı ve parçalanmak istendiğini düşünmesi bundan. İçinde bulunduğumuz durumun sönüklüğü, insanımızı mükemmel algıladığı geçmişine bakmaya sevk ediyor. Bu bağlamda, emperyalizmin yüzünde patlayan: Türk Kurtuluş Savaşı şamarı gerçekten çok çekici ve bir yıldız gibi parlıyor.
Emperyalizm ve sadık hizmetkârı Yunanistan’ın İzmir’den nasıl atıldığının hikâyesine gelince, 30 Ağustos 1922 sabahı, Rumca yayımlanan Amalthiya (İzmir) gazetesinde, Yunan Başkomutanı Haci Anesti’nin: “Düşman saldırısının şiddeti nedeniyle dün Afyonkarahisar’ın tahliyesi emredilmiştir...” diyen 28 Ağustos tarihli askeri bültenini okuyan İzmirliler, cephenin çöktüğünü anladılar. Çünkü son birkaç gündür trenler, İzmir’e Yunan ölü ve yaralılarını getirmek dışında bir şey yapmamıştı. Türk Ordusu’nun Dumlupınar Meydan Savaşı’nı kazanmak üzere olduğu bir sırada, İzmir karışmıştı. Haci Anesti’nin, “Tüm cephede geri çekilme düşman tazyiki olmadan devam ediyor” diyen, 2 Eylül tarihli askeri bülteni İzmir gazetelerinde okunduğu gün, Yunanistan Büyük Britanya Hükümeti’ne başvurarak ateşkes istedi. Anadolu’daki Yunan idaresinin başında bulunan Stergiadis, kıdemli memurlarına arşivlerini toplamaları ve harekete hazır olmaları talimatını vermişti.
Yunan idaresi ve ordusunun Anadolu’yu boşaltması, işgal yıllarında 35.000 evladıyla maddi ve manevi desteğini söz konusu idare ve orduya sunan Rumlara, göç etmek dışında bir seçenek bırakmıyordu. Eylül ayının ilk günlerinde Rumlar, bulabildikleri her tür araç ve götürebildikleri her şeyle birlikte, adalara geçmek üzere Batı Anadolu kıyılarına akıyorlardı. İzmir rıhtımıyla yolcu gümrüğüne (Pasaport) yığılan Rumların Anadolu’dan ayrılmalarını, başlangıçta polis müdürlüğünden alınmış seyahat izni ve pasaport talep ederek engellemek isteyen Yunan idaresi, biriken kalabalığı eritmek için, sonraki günlerde bazı vapurlara el koymuş ve adalara sefer yaptırmıştı.
Yunan cephesinin çökmesi üzerine, başıbozuk askerlerin oturdukları yerleşim merkezlerini yakıp yıkacağı ve öldürülecekleri korkusu içindeki birçok Türk de, İzmir’e gelmişti. Bunlar cami, medrese ve okullarda iskân edilmeye çalışılırken, ekmek kıtlığı baş göstermişti. O günlerde İzmir’de bulunmayan bir başka şey asayişti. Yunan askerlerinin, “Yaşasın Lenin” sloganları eşliğinde yaptıkları taşkınlıkları durduracağı düşünülen Trakya Tümeni’ni taşıyan gemiler, 5 Eylül’de İzmir Limanı’na demirlemişse de, erat karaya çıkmaları için yapılan tüm çağrıları reddetmişti.
Bazı emperyalist devletler, vatandaşlarıyla mallarını güvence altına alma gayreti içindeydiler. Büyük Britanya, yaklaşık 3000 kişiden oluşan İzmir’deki kolonisini, 6 Eylül’de Kıbrıs’a gönderirken, az sayıdaki Amerikan vatandaşı, büyükelçi Horton’un çağrısı üzerine İzmir’e gönderilen: Litchfield ve Simpson zırhlısına bindirilmişti. İzmir’in işgalinden beri, gönüllü olarak bir araya gelmeyen cemaat başkanları, 6 ve 7 Eylül günü Beyler Sokağı’ndaki şeriye mahkemesinde toplanmış ve aldıkları kararları bir beyanname haline getirmişlerdi. 8 Eylül’de, İzmir’in Türkçe gazetelerinde okunan bu beyannamede müftü, Rum metropoliti, Protestan ruhani reisi, Katolik murahhas vekili, hahambaşı ve Ermeni murahhası cemaatlerine, birbirlerinin izzet-i nefislerini incitecek söz söylemek ve silah taşımak gibi üzüntü verecek olaylara yol açacak her türlü davranıştan kaçınmalarını öğütlemekteydiler.
Gerçekte 8 Eylül, Yunan işgalinin resmen bittiği gündü. Sabahleyin Yunan idaresinin kıdemli memurları, çalıştıkları dairelerin arşivleri yanlarında olduğu halde, kendileri için limanda alıkonulmuş Naksos gemisine bindiler. Akşamüzeri, 20 yıldır İzmir’deki Yunan Konsolosluğu’nda kavaslık yapmakta olan Dimos, hükümet konağındaki Yunan bayrağını indirmiş, aynı saatlerde Rumların “lanet ve nefret haine” diyerek protesto ettikleri Stergiadis, polis koruması altında Büyük Britanya’nın Iron Duke Zırhlısı’na binmişti.
Ertesi gün, 5. Süvari Kolordusu’nun 2. Tümeni’ne mensup Yüzbaşı Şerafettin Bey komutasındaki Türk öncü birliği, Kordon’a yığılmış binlerce Rum göçmen ve üniformalarını çıkarmış Yunan askerleri arasından yalın kılıç geçerek, saat 10.30’da hükümet konağına varmış ve Türk bayrağını göndere çekmişti. Güzel İzmir üç yıl, üç ay ve yirmi dört gün süren işgalden, Türkiye emperyalizm illetinden kurtulmuştu. Aynı illetten muzdarip Asya ve Afrika halklarının mücadele azmini körükleyen bu başarının bedeli gerçekten ağırdı. Türkiye, Çanakkale’den sonra elinde kalan bir avuç yetişmiş insan da dahil, on binlerce can kaybetmiş, neredeyse baştan aşağı yakılan işgal bölgesi, haftalarca baca gibi tütmüştü.
Gazete köşelerinde, tüm bunlar yaşanmamış gibi: “Yerli Rumları göndermeseydik, AB’ye güle oynaya girerdik” diye fikir (!) beyan eden zibidilere önemle ve özellikle duyurulur.




alizeee
Teğmen
Teğmen
Mesajlar:167
Kayıt:15 Eki 2006 21:08
Ruh Hali:Mutlu
Takım:Galatasaray

Mesaj gönderen alizeee » 16 Eki 2006 22:34

LEVANTENLER VE LEVANTENLİK




Aslında bu köşeye yazacağım yazının konusu ve başlığı belliydi. Hatta ilk paragrafı oluşmuştu bile yazının. Ancak uzun zamandır beklediğim bir kitap arşivime dahil olunca, ister istemez önceliği aldı.
Kitap elbette yine İzmir’le ilgili; hem de İzmir’in en can alıcı ve en bakir konularından biri olan Levantenler ve Levantenlikle ilgili.
İzmir bilindiği gibi 17. yy. başlarından itibaren konumundan, ticari koşullarından ve belki en önemlisi Batı Avrupa’daki gelişmelere bağlı olarak sahip olduğu özelliklerinden dolayı bir yükselişe geçmiş, önce transit liman kenti daha sonra da kolonyal liman kenti olmuştur. Bu süreç yüzyıllar içinde kentin kimliğini oluşturmuş ve bu izler bugüne uzanan yaşam alanı bulmuştur. Bugün kent kimliği üzerine düşünen, düşünmeye çalışan insanların göz ardı edemeyeceği baskın bir özellik olmuştur.
Yaklaşık üç yüz yılı kapsayan zaman dilimi içinde İzmir, iki topluluklu (Türk ve Rum) kent (?) kimliğinden çok milletli bir yapıya dönüşmüştür. Bu çok milletli yapının belli başlı unsurları bilindiği gibi, Türk, Rum, Ermeni, Yahudi, Avrupalı ve üzerinde çok konuşulan ama üzerinde yeteri kadar durulmayan Latin/Levantenler olmuştur.
Evet, arşivime dâhil olan ve bu yazıya konu olan kitap Levantenler üzerine bir kitap. Şimdiye kadar sadece bir romana konu olan (Eric Ambler; Der Levantiner.), İzmir ve İstanbul’la ilgili kitaplarda bir iki paragraflık yer tutabilen, başta Livio Missir gibi Avrupa’da yaşayan İzmirlilerin uğraş alanı olan Levantenler ilk defa bilimsel araştırma konusu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Levantenler kitabı Oliver Jens Schmitt tarafından Regensburg Üniversitesi Felsefe Fakültesi III’e 2003 Aralık ayında doçentlik tezi olarak sunulmuş ve kabul edilmiştir. Kitabın orijinal adı, LEVANTINER; Lebenswelten und Identitaeten einer ethnokonfessionellen Gruppe im osmanischen Reich im “langen 19. Jahrhundert”. (LEVANTENLER; Osmanlı İmparatorluğu’nun “uzun 19. yy”nda etno-mezhebî bir topluluğun yaşam dünyası ve kimliği.)dir.
Schmitt, 515 sayfalık araştırmasında, kendisini bu araştırmaya yönelten etkenleri ve araştırmaya başladığında kaynak bulmak anlamında karşılaştığı sorunları dile getirdikten sonra, çalışmasıyla yanıt aradığı sorularını sıralar ve bunlardan elde edeceği üç temel sonucu ortaya koyar: Levantenlerin topluluk tarihini vermek; milliyetçilik ve sekülerizasyon temelinde modernleşmeye ve ulus devlete yönelen bir imparatorlukta, kendisini mezhep bazında tanımlayan milletler üstü bir topluluğun tutumu bağlamında ulusçuluk araştırmalarına katkı koymak; üçüncü olarak da, İstanbul ve İzmir’deki etno-mezhebî toplulukların iletişiminde Levantenlerin oynadıkları rolü araştırmak.
Schmitt, çok zengin bir arşiv malzemesi ve yayın tarayarak yaptığı araştırmasında merkez olarak İstanbul’un Galata ve Perası’nı ve de İzmir’i almıştır. Kendisinin de açıklamaya giriştiği gibi Levanten olarak adlandırılan topluluğun ortaya çıktığı yer özellikle İzmir’dir. Öncelikle kavramın tarihçesi ve ortaya çıkış süreci üzerinde duran Schmitt, kavramın Bizans Dönemi’nin Frank ve Latin kavramlarının dönüşümünden ortaya çıktığını, 19. yy. ikinci yarısından itibaren Batı Avrupalılar tarafından kullanılmaya başladığını belirtiyor.
Levantenlik, olumsuz çağrışım yapan bir kavram olduğu için, bu tanımlama içine sokulmak istenen topluluk, bu tanımı kabul etmez. Kavram bu topluluğu tanımlamak isteyenler tarafından yani dışarıdan üretilmiştir. Ancak, Schmitt’in belirttiği önemli bir nokta, 20.yy. ikinci yarısından itibaren, Avrupa’da yaşayan ikinci ve üçüncü kuşak bu topluluk üyeleri kendilerini Levanten olarak kabullenmişlerdir. Zaten kitabının adını neden Levanten koyduğunu da, Schmitt bu kabulle temellendirmektedir.
Ayrıca yazarın, İlber Ortaylı’nın 19. yy. için kullandığı “imparatorluğun en uzun yüzyılı” tanımını çok benimsemiş olması ve hatta kitabın alt başlığına koyması altı çizilmesi gereken bir noktadır.
Elbette burada bu yazıyla edinilen amaç, böylesine oylumlu bir kitabı bir çırpıda değerlendirmek de değil tanıtmak da. Çünkü meraklısı zaten bu kitabı yeteri kadar yakından inceleyecektir. Burada bu yazıyla söylenmek istenen şey; bu toprakların bir döneminde (t)üretilen bir topluluğu tanımlayan kavrama bağlı olarak, bu toprakların insanlarının bilginin nesnesi olmaya, yani sadece üretilen bilginin değil damıtılan bilginin de nesnesi olmaya devam ettiğinin altını çizmektir…

(13 Mart 2006, Cumhuriyet Ege) ilhan pınar(alıntı)

alizeee
Teğmen
Teğmen
Mesajlar:167
Kayıt:15 Eki 2006 21:08
Ruh Hali:Mutlu
Takım:Galatasaray

Mesaj gönderen alizeee » 20 Eki 2006 23:04

AVRUPALI TÜRKİYE İÇİN ATİNA’NIN MEMNUNİYETİ

Atina, Avrupa Birliği Konseyi’nin Türkiye hakkında yapmış olduğu açıklamasından ve Avrupa Parlamentosu’nun isteklerinden son derece memnun. Aynı zamanda Yunanistan Cumhurbaşkanı’nın da memnuniyeti çok büyük, dışişleri bakanı ile dünkü toplantısında bu belli oldu. “Sizi gördüğüme çok memnun oldum’’ diyerek, “herşey iyi gitti mi?”’ sorusunu yönelten Sayın Papulias, cumhurbaşkanlığı köşkünde söylemlerini dile getirdi.
Dışişleri Bakanı Sayın. Moliviatis, “Sanırım her şey çok iyi, Brüksel’de başarılı bir kazanç elde ettik” dedi. Cumhurbaşkanının dış politika konularına çok ilgili ve meraklı olduğunu bilen dışişleri bakanı devam ederek, “çok iyi bir sonuç’’ dedi.
Belirtmemiz gerekir ki, Sayın Papulias, “bakanlıklı kendisi arasında çok iyi bir çalışma olduğu için de’’ dışişleri bakanına teşekkürlerini sundu.
Biraz sonra dışişleri bakanı şunları dile getirdi: “Çok başarılı bir kazanç elde edip kayda aldırdık, çünkü Yunanistan’ı ve Güney Kıbrıs’ı ilgilendiren konular hakkında Avrupa Birliği’nin güvencesini elde ettik”. Bu sevinmeyi gerektiren bir kazanç. Çünkü Türkiye belirli kriterleri oylama ve karara bağlama zorluğuna sürüklendi, bu karar ve kriterler Türkiye’nin yapması gereken koşullar haline geldi, aynı zamanda Türkiye Avrupa Birliği’ne girmek istiyorsa, bu karar ve kriterleri yerine getirmesi gerekiyor.

Kathimerini, 19 Kasım 2005.


alizeee
Teğmen
Teğmen
Mesajlar:167
Kayıt:15 Eki 2006 21:08
Ruh Hali:Mutlu
Takım:Galatasaray

Mesaj gönderen alizeee » 25 Eki 2006 01:51

SİYASİ TARİH
Devletleri; Devletlerin kuruluşlarını; Devletlerin büyüme, gelişme ve değişmelerini; Devletlerin yıkılışlarını; Devletler arasındaki siyasi ve bir dereceye kadar da ekonomik ilişkileri; Uluslararası kuruluşların birbirleriyle veya devletlerle olan ilişkilerini; Devlet veya devletler içindeki insanların, sınıfların ve grupların birbiriyle olan ilişki ve çatışmalarını inceleyen "siyasi" ve "politik" bir kavramdır.

Görüldüğü gibi siyasi tarih, Türkçe'de "siyasi" ve " politik " olmak üzere iki kavramı birlikte içermektedir. Bunlardan birincisi, devletlerin kuruluşlarını, geçirdikleri değişiklikleri, gelişmeleri, devlet içindeki insanların, sınıfların, grupların aralarındaki mücadeleleri ve devletlerin genel dünya tarihi ve devletler topluluğu içindeki yer ve önemini inceleyen siyasi tarihtir. Buna İngilizce'de "Political History", Fransızca'da ise "Histoire Politique" denilmektedir.

İkincisi, bağımsız devletlerin, yani uluslararası sistemin temel birimlerinin birbirleriyle olan ilişkilerinin tarihini inceleyen siyasi tarihtir. Bu, İngilizce'de "Diplomatic History", Fransızca'da "Histoire Diplomatique" şeklinde ifade edilmektedir.

Siyasi tarihin konusu devletlerin iç siyasi durumları ve devletler arasındaki ilişkiler olduğu için siyasi tarihi de insanlık tarihi ile birlikte başlatmak uygun olur. Ancak dar anlamda "Siyasi Tarih", 1789 Fransız ihtilali'nden başlatılarak günümüze kadar getirilmektedir. Bunun nedeni; günümüzün sahip olduğu çağdaş medeniyetin devlet hayatı, fikir hayatı ve ekonomi hayatı ile ilgili faktörlerinin bu tarihi dönemle birlikte etkinlik kazanmaya başlamasındandır. Özellikle, dış politika bakımından tüm Avrupa ve hatta dünyayı etkileyen savaşlar ve günümüzdeki devletlerin milli sınırlarım tespit eden ve yeni devletlerin ortaya çıkmasına sebep olan antlaşmalar, 1789 Fransız İhtilalinden sonra yapılmıştır. Bütün bunlar çağdaş siyasi tarihin bu olayla birlikte başlatılmasının sebeplerini teşkil etmektedir.

Cevapla

“Tarih” sayfasına dön