Ölümsüzlük Hala Uzak Bir Rüya…

Teknolojik gelişmeler
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Siyabend
Belawela Muhtarı
Belawela Muhtarı
Mesajlar:19658
Kayıt:15 Eki 2006 12:05
Ruh Hali:Mutlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Kova
Takım:Galatasaray
Ölümsüzlük Hala Uzak Bir Rüya…

Mesaj gönderen Siyabend » 07 Şub 2009 18:06

Ernest Hemingway “Öğleden Sonra Ölüm” kitabında “Eğer yeterince uzun anlatılırsa bütün hikayelerin sonu ölümdür” diye yazar. Hayatı boyunca sayısız hikaye kaleme alan Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Hemingway 2 Temmuz 1962 günü Boss&Co marka tabancasını şakağına dayayarak ateşler. Ünlü yazarın hikayesi de böylece son bulur.

Ölüm insan topluluklarındaki birçok gelenek, inanış ve inanç sistemlerinin merkezindeki olgudur. İnanç sistemlerinin neredeyse tümünün buluşma noktası insanoğlu için en büyük gizem olan ölümü ve ölüm sonrasına açıklamalar getirme çabasıdır. Ölüme getirilen açıklama inanç sistemine giren herkesin yaşamını şekillendirir.

Bunun temelinde de şu gerçek yatar: Ölüm mutlaktır!

TIBBİ AÇIDAN ÖLÜM

Bu kadar açık ve mutlak olan bir gerçeğin tanımının normalde kolay olduğu düşünülebilir. Ancak ölümün, ölüm anının tanımlanması konusu halen tıp insanlarının en çok tartışığı konulardan biri.

Geçmişte ölümün kalp atışının ve solunumun durmasıyla gerçekleştiği düşünülüyordu. Ancak hem kalp atışının hem de solunumun yeniden başlatılabilme özelliği ölümün artık bu şekilde tanımlanamayacağını ortaya koyuyor. Ayrıca sünni solunum ve yaşam destek ünitelerinin başarısı kalp ve ciğerleri ölüm tanımınından çıkarıyor.

Günümüzde bilim insanlarının büyük çoğunluğu ölümü “beyindeki elektrik aktivitesinin tamamen durması” olarak tanımlıyor. Fakat bu tanım da bazı bilim insanlarına göre bir kesinlik taşımıyor. Zira beyindeki elektrik faaliyeti derin uykunun bazı bölümleri ve değişik koma durumlarında da tamamen duruyor. Ve zaten beyin faaliyetleri tamamen dursa da bazı inanışlara göre bilincin tamamen kaybolması, beynin ölmesi yaşamın sona erdiği anlamına gelmiyor. Bunu savunan kesimler örnek olarak hiçbir bilinç belirtisi göstermeyen basit nitelikli organizmaları gösteriyor.

Yani herhangi bir canlı bilinçsizce yaşamını sürdürebiliyor ve yaşıyor sayılıyorsa, beyin ölümü gerçekleşen ve solunum ve kan dolaşımını yaşam destek üniteleriyle sağlayan bir insan da yaşıyor sayılabilir.

ÖLÜMDEN SONRA FİZİKSEL DEĞİŞİMLER

Ölümden hemen sonra yaklaşık 15 dakika içinde insan derisi gerilir ve morarmaya başlar. İlk morluklar boyun çevresinde görülür. Daha sonra bu morluklar tüm vücuda yayılır. Morluklar önce hareketlidir. Ölü hareket ettirilince morlukların yeri değişir. Ölümün üzerinden 8 saat geçmesinin ardından morluklar sabitlenir.

Ölümün ardından vücut ısısı da düşmeye başlar. İlk saat içerisinde vücut ısısı 2 derece düşer. Bunu takip eden saatlerde vücut ortam sıcaklığına gelinceye kadar saatte 1 derece ısı kaybı olur.

Kol ve ayaklar giderek sertleşmeye başlar. Çene kasları sertleşir ve çene kemiği 4-5 saat sonra hareket ettirilemeyecek konuma gelir.

CENAZE TÖRENLERİ

Ölümün ardından cesedin nasıl yok edileceği konusunda değişik inanç sistemleri ve kültürlerin değişik yöntemleri vardır. İslami inanışa göre ölümün hemen ardından en kısa zamanda ölü yıkanır ve kefenle tabutsuz olarak gömülür. Birçok mezhep inanışına göre ölü tamamen toprağa karıştıktan sonra (genelde ölümden bir yıl sonra) mezar taşı yapılır.

Yahudiler de ölülerini, ölümden hemen sonra Müslümanlara benzer kurallarla gömerler. Sadece Yahudilerde cenaze genelde tabut içerisine konur. Bazı Yahudi topluluklarında cenaze kefenle gömülür, 1 sene sonra mezar açılır ve cesedin kemikleri toplanarak bir lahit içerisine konur ve yeniden gömülür.

Hıristiyanlar de ölülerini tabutla gömerler. Ölü yıkama ve tören prosedürlerinde farklılık olsa da temelde Yahudilik ve İslamiyette olduğu gibi ölüler toprağa gömülür. Bazı Hıristiyan topluluklarında cenazenin yakılarak küllerinin gömülmesine ya da bir vazo içinde saklanmasına izin verilir.

Budistler ise cenazelerini genelde yakarlar. Sadece Tibet’in bazı bölgelerinde ceset doğranır ve yırtıcı kuşlara yedirilir. Sihlerde ise ceset yakıldıktan sonra küller en yakın nehre dökülür.

ABD’nin New Orleans şehrinde ise ceset bir tabuta konur ve aile ve arkadaşlarının katıldığı bir kortejle mezarlığa kadar taşınır. Bu sırada cenaze kortejine bir caz grubu eşlik eder.

Batı Afrika’da cenazeler sırasında genelde içki içilir. Doğu Afrika’da ise birçok ülkede ceset 5 gün boyunca evinde tutulur ve gömülmeden önce biraz çürümesi beklenir.

ÖLÜM MELEKLERİ

Dünyada tüm inanç sistemleri ölümü ilahi olarak görür ve ölümün Tanrı tarafından geldiğine inanır.

Hindu mitolojisine göre ölüm tanrısı Yama’dır. Yama kara bir öküz üzerinde dünyaya iner ve “Yamalok” adı verilen bohçaya insanın ruhunu koyar ve Tanrı katına gider. Yama daha sonra ruhun dünyaya bir dahaki sefere hangi beden içinde ineceğine karar verir.

Slav kavimlerinde ölüm meleği elinde yeşil bir filiz tutan beyazlar içinde bir kadındır. Bu kadın ölüm anında filizi insanın vücuduna değidirir ve böylece sonsuz uykuya dalınır. Bu figür daha sonra yerini Hıristiyanların klasik eli tırpanlı iskeletine döner.

Litvanya’da ise ölüm meleğinin adı Giltine’dir. Giltine çirkin, uzun burunlu yaşlı bir kadındır ve uzun bir dili vardır.

Semavi dinlerde ise ölüm meleği tanımları kültürlere göre değişiklik gösterir. Tevratın eski versiyonlarında ölüm meleğinin adı Memitim’dir. Memitim teker teker insanların canlarını almakla sorumlu olmasa da kavimlerin başına felaketler getiren bir yok edicidir.

Yahudi inanışına göre ölüm meleğinin 12 kanadı vardır. Ölüm meleği ölüm anında insanın ağzına bir damla safra damlatır ve ölüm gerçekleşir. Bu sırada ruh açık ağızdan uçup gider. İnanışa göre ruh o sırada duyulmayan bir ses olur ve öbür dünyaya ulaşır.

Yahudi inanışında sadece Hz Musa’nın ruhunun ölüm meleği tarafından değil Tanrı’nın öpüşüyle alındığına inanılır.

İslamiyete göre kişinin vadesi dolduğunda Allah ruhunu almak için Azrail’i yeryüzüne gönderir. Azrail daha çok eli tırpanlı siyah kıyafet içinde yüzü olmayan bir varlık olarak betimlenir.

GİDİP GELENLER!

Ölüm anında ne hissedildiği konusunda en sağlıklı verileri herhalde ancak ölüp yeniden canlanan biri yapabilir. Geçmiş zamanlarda bu belki hiç yaşanmamış bir olaydı ancak günümüzde klinik olarak ölü sayılan bazı hastalar yapılan müdahalelerle ölümü takip eden 60 dakika içinde yeniden hayata döndürülebiliyor.

Yapılan araştırmalar ölüm anında yaşanılanları şöyle sıralıyor:

Kulaklarda rahatsız edici bir uğultu ya da ses

Ölüyorum bitti hissi

Ferahlık, huzur

Kendi vücudunu dışarından görme, ruhun yükselmesi

Tünelin ucunda bir ışığın görünmesi

Daha önce ölen kişileri görme

Bir ışık demeti görme

Hayatının özetini görme (hayatım gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçiyor)

Bir sınıra, bir kıyıya ulaştığını görme

Vücuda yeniden yerleştirildiğini hissetme

Aşırı sıcak hissi

Geçtiğimiz Eylül ayında İngiltere’de yapılan bir araştırma sonucunda kalp krizi geçirerek bilincini kaybetmiş ancak sonra yeniden hayata döndürülmüş hastaların büyük çoğunluğunun kendil vücutlarını yükselerek dışarıdan gördükleri ortaya çıkarıldı. Araştırma 1500 kişiyi kapsıyordu.

GARİP ÖLÜMLER

Her ölüm trajiktir. Sonuçta bir yokoluştur. Ancak bazı insanların o kadar sıradışı bir şekilde sonlanmıştır ki sürekli hatırlanmaktadır.

Örneğin M.Ö 456 yılında Esylus adlı bir Yunan tiyatrocusu bir kartalın kafasına canlı bir tosbağa düşürmesi sonucu öldü. Esylus’un kafasına düşen tosbağa ise hayatta kaldı.

M.Ö 270 yılında Philitas iyi bir hatip olmak için sürekli konuşuyordu. Bu nedenle çok az yemek yiyordu ve sonunda öldü.

1219 yılında Farab şehrinin kumandanı İnalçuk, şehri istila eden Moğollar tarafından gözleri ve kulakları eriyik gümüş doldurularak öldürüldü.

1478 yılında Clarence dükü olan George Plantagenet, kendini idam edecek olan düşmanlarından bir ricada bulundu ve bu ricası kabul edildi. Plantagenet bir fıçı Malmsey şarabı içinde boğularak öldürüldü.

1599 yılında Burma kralı Nanda Bayin, huzuruna çıkan Venedikli bir tüccarın “Venedik kralsız bir bağımsız ülkedir” sözleri üzerine gülmeye başladı ve nefessizlikten öldü.

Fransız kralı 14. Louis’in aşçısı Francois Vatel, Kralın siparişini zamanında yetiştiremediği için intihar etti.

İsveç kralı Adolf Frederick ise 1771 yılında çok sayıda istakoz, havyar, salam, şampanya ve 12 porsiyon tatlı yedi ve çatlayarak öldü. Frederick bu nedenle hala İsveç’te “yiye yiye ölen kral” olarak anılmaktadır.

Frank Hayes 1923 yılında katıldığı at yarışı sırasında kalp krizi geçirdi. "Tatlı Öpücük" adlı atı birinci geldiği sırada çoktan ölmüştü. Tabi ismi de tarihe "Birinci olan ilk ölü jokey" olarak geçti.

ÖLÜME KARŞI SAVAŞ

İnsan yaşamının uzatılması ve hatta yaşlanma etkilerinin geri çevrilmesi için bugün tıp alanında sayısız araştırmalar yapılıyor. İnsan ömrü modern tıpla ciddi bir biçimde uzatılırken kazanılan ek yıllar genelde güçsüzlük, hastalık ve bunaklıkla geçiyor.

Tıp, bulaşıcı hastalıklar gibi akut ölüm nedenlerinin ortadan kaldırılmasında epey etkili duruma geldi. Ancak bu başarının olumsuz yönü, insanların dejeneratif hastalıklarla boğuşmak zorunda kalacak kadar uzun yaşamaları.

Kalp krizi artık kalp yetmezliğine, felç ise vasküler demansa dönüştü. Şeker, AIDS ve kimi kanser türleri bile akut ölüm nedenleri olmaktan çıkıp, süreğen güçsüzlüklere dönüştürüldü.

Bir başka olumsuz gerçek de, hastalara kesin çözüm getirmek yerine, yaşamda kalmalarını sağlayan ilaçlar üretmenin ilaç şirketleri için çok daha karlı olması. Yaşlanmaya ya da hastalıklara karşı koymak yerine, ölümün önüne geçmeyi hedefleyen dernek ve kuruluşların da bu duruma bir çözüm getirilmesine pek yardımcı oldukları söylenemez.

Genetik ve kök hücre alanında yapılan çalışmalar ise bugün oldukça önemli bir düzeye gelmiş durumda. Yaşlanma etkilerini tamamen durdurma ve hastalıklara köklü çözüm sunan yeni bir tıp alanı geleceğe ilişkin umutları arttırıyor.

Genetikçiler, hücre bilimcileri ve hormon uzmanlarının araştırmaları sayesinde yaşlanma sürecindeki bazı gizler çözülmeye başladı bile. Ve araştırmalardan çıkan sonuca göre evrim tarafından belirlenen yaşam süresini değiştirmek imkansız değil.



Amerikalı araştırmacı Louis Dublin de 1928 yılında halihazırdaki bilgilere göre önemli buluşların etkilerini veya psikolojimizdeki olası evrimsel değişimleri dikkate almaksızın insan ömrünün en fazla 64,75 yıl olabileceğini öncelemişti. O tarihte Amerikan haklının ortalama yaşam süresi 57 yılla sınırlıydı.

Aynı yöntemi tekrarlayan Jay Olshansky, 90'lı yılların başında 85 yıla ulaştı. Ve her iki tahminin de açıklanmasından sadece birkaç yıl sonra aşıldığını anımsatan Vaupel ve Oeppen en iyi koşullarda yaşayanlara bile karakteristik bir yaşam süresi biçenlerin gerçekleri göremediklerini söylüyorlar. İnsan ömründe daima bir uzama söz konusu olmuştur ve bu artışın durduğunu gösteren tek bir kanıt dahi bulunmamakta.

Araştırmacılar 2060 yılında ortalama yaşam süresinin 100 yıl sınırına dayanacağından eminler.

Ölümsüzlük ise hala uzak bir rüya.



ANF NEWS AGENCY


Cevapla

“Bilim ve Teknoloji” sayfasına dön