Kaçırılma Raporları

Ufolarla İlgili Enteresan Bilgiler
Kullanıcı avatarı
Siyabend
Belawela Muhtarı
Belawela Muhtarı
Mesajlar:19658
Kayıt:15 Eki 2006 12:05
Ruh Hali:Mutlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Kova
Takım:Galatasaray
Kaçırılma Raporları

Mesaj gönderen Siyabend » 25 Ara 2007 15:05

1942 Jumilla İspanya

Yıllar sonra ortaya çıkan büyük sır!...

Uzun süren bu dünya dışı temas vakası, 1942 yılında yaşanmış olmasına rağmen, olayın kahramanı ve tanıklarından olan, Prospera Munoz, henüz 8 yaşında küçük bir kızken yaşadıklarını ancak yıllar sonra, 1980'lerde hatırlayabilmişti... Prospera'nın deneyimi, en uzun süreli "Kayıp Zaman" vakası olarak kayıtlara geçti.

1942 yazında Prospera ve kendisinden iki yaş büyük ablası, tatillerini köy evlerinde geç iriyorlardı. Orada hem çocuklarla ilgileniyor, hem de evin ve tarlanın işlerini yapıyordu. Şehirden hayli uzakta yer alan evin bir de Liborio isimli bekçi köpeği vardı.

İlk karşılaşmanın yaşandığı gün, amca üzüm bağlarında çalışırken, Prospera da kapının önünde babasını bekliyordu... Baba Munoz üç dört günde bir bisikletiyle onları ziyaret edip yiyecek getirirdi. Ancak o gün nedense söz vermesine rağmen gelmemişti... Prospera pencereden yolu gözlerken birden o garip nesneyi fark etti... Şaşkındı...

Çünkü hayatında hiç bu renk araba görmemişti... Onun bildiği arabalar ya siyah olurdu ya da beyaz. Ancak garip makine yoldan değil, tarlaların yönünden geliyordu. Üzüm bağlarının arasından bu kadar rahat hareket edebilmesi de şaşırtıcıydı... Nesne eve iyice yaklaştı ve bir metre ötede durdu... Küçük kız babasının avcı arkadaşlarıyla birlikte gelebileceğini düşünüp ablasına seslendi ve arabayla geldiklerini söyledi. Ancak ablası Anita av mevsimi olmadığını hatırlatınca, Prospera yeniden pencereye döndü.

İşte o anda, aracın yanındaki iki yabancı erkeği gördü. Bu defa Prospera, gelenlerin tanımadıkları iki kişi olduğunu söyledi. Ancak Anita pencereyi kapatma fırsatını bulamadan, adamlar kapıdan içeri girmişlerdi bile... Üzerlerindeki giysi beyaz renkteydi. Karşıdan bakınca son derece normal görünüyorlardı. Biri gençti. 20 yaşlarında görünüyordu. Uzun boylu ve inceydi. Diğeri ondan biraz daha yaşlı, kırklarında gösteriyordu ve patron olduğu her halinden belliydi. Siyah saçları başına iyice yapışmıştı. O kadar ki, gerçek saçtan öte resim etkisi bırakıyordu. Siyah gözleri insanın içine işliyordu...

Genç yabancı evdekilerden su istedi. Anita suyu getirirken adamlar soru sormaya başladılar. Prospera bu konuşmanın sesli mi, yoksa telepati yoluyla mı yapıldığını hatırlamıyordu. Genç adam getirilen suyu dudaklarına yaklaştırdı, ancak içmeden bardağı hemen yanındaki masaya bıraktı.

Yabancılar, küçük kızlara evde yalnız olup olmadıklarını sordular. Amcanın yakında çalıştığını öğrenince, bu defa silahlardan söz ettiler. Kızlar evde bir av tüfeği olduğunu, tüfeği amcalarının değil babalarının kullandığını söylediler. Ziyaretçiler şöminenin üzerinde asılı duran takvimle de ilgilendiler. Anita, takvimin nasıl kullanıldığını açıkladı. Bu defa resimlerle belirtilmiş olan Ay'ın evrelerini sordular.

Genç yabancı diğerine döndü ve: "Bunların yaşama süresi..?" gibi bir soru sordu. Ancak Prospera cümlenin geri kalanını hatırlamıyordu. Yaşlı olanı "hayır..." cevabını verdi ve insan türünün çok kısa ömürlü olduğunu söyledi. Kızlar büyük anne ve tanıdıkları diğer ihtiyarların yaşı hakkında bilgi verdiler. Adamlar tava, tencere tabak gibi mutfak eşyalarının saklandığı dolabı da merak etmişlerdi. Bu nesnelerin hangi amaçlarla kullanıldığını sordular. Sonra genç olanı yan odaya girmek istedi. Ancak diğeri onu durdurdu ve devam etmenin anlamsız olduğunu, gitmeleri gerektiğini hatırlattı.

Aralarında konuşmaya başladılar. Genç yabancı diğerine kızlardan hangisi seçeceğini sordu. Yaşlısı daha zeki olduğunu ileri sürerek Prospera'yı gösterdi ve yaşadıklarım ancak 30 yıl sonra ipnoz yoluyla hatırlayacağını söyledi. Bu konuşma sırasında adam gözlerini bir an bile Prospera'dan ayırmamıştı. Konuşma bittiğinde adamlar telaş içinde evden dışarı çıktılar.

Prospera yeniden pencereye dönüp garip araca bakmak istediyse de, ablası engel oldu. Ancak cisimden yayılan güçlü ışık pencerelerden evin her yanını doldurmuştu bile. Kızlar korku içinde bağırıyorlardı. Amcaları geldiğinde olanları anlattılar ancak hikayeleri pek de ikna edici değildi...

Sonraki saatlerde, Prospera elbisesindeki kırmızı renkli çiçek desenlerinin renklerini tamamiyle kaybettiğini gördü!.. Kızlar yemek hazırlamaya başladıklarında, masanın üzerinde metal bir cisim buldular. Daha önce hiç görmedikleri bu parçanın nereden geldiğini bilmiyorlardı. Adamların unuttuğunu ya da bıraktığını düşündüler. Prospera metal parçayı saklamak için amcasından izin aldı ve sonra da nesne ile oynamaya başladı.

Uzunluğu beş-altı santim, çapı iki santim boyutlarında silindir biçimli bir nesneydi bu. Sonra evde güvenli bir yere saklamaya karar verdi. O kadar gizli bir köşede sakladı ki, aradan geçen 30 yılda garip metal parçasını kimse bulamadı... Ancak yıllar sonra Prospera Munoz, oyuncağını sakladığı yerden çıkartıp yaşadıklarının kanıtı olarak gösterebilecekti...

Öğleden sonra kızların babası geldi. Baba ve amca yiyecek deposu olarak kullanılan odaya girmek istediler. Ancak bilinmeyen bir nedenle kapı kendiliğinden kilitlenmişti!... Bütün çabalara rağmen açmayı başaramadılar. Bunun üzerine kızları yeniden evde yalnız bırakarak tarlaya gittiler.

Prospera topuyla oynamaya devam ediyordu... Sonra birden yolun karşı tarafından gelen iki adam gördü. Önce babasının geri döndüğünü sandı. Ama hemen sonra bunlardan birinin sabah gelen genç "yabancı" olduğunu fark etti. Yanındakini ise ilk defa görüyordu. Aradaki fark bu defa çevrede yaşayan kasabalı İspanyollar gibi giyinmiş olmalarıydı. Ama en tuhafı güneşin parlak olduğu bir saatte genç yabancının elinde bir tür lamba ile gelmesiydi...

Lamba ile evin çevresini dolaştı ve yanındakine: "Evet.." dedi, "Burada sadece bir tane var. "Sonra Prospera'ya yaklaşıp ona bir şey bulup bulmadığını sordu. Küçük kız evet cevabını verdi. Adam onu iyi sakladın mı, diye sordu. Prospera yine evet dedi. Sonra genç adam, o gece evdeki üç kişinin ön taraftaki odada uyuması ve yiyecek deposuna girmemeleri gerektiğini söyledi. Prospera zaten kapıyı açamadıklarını söyleyince adam sanki sevinmiş bir yüz ifadesine büründü. Adamlar giderken Prospera'ya uzay gemisinin indiği tarafta oynamamasını da hatırlattılar.

Oysa meraklı küçük kız az önce geminin olduğu yere çıkıp baktığında, yerde dairesel biçimli yanık izine rastladı. Dahası evin hemen yakınında bulunan incir ağacı da, kısa bir süre sonra tamamiyle kuruyacaktı...

Gece olduğunda, Prospera aniden uyandı ya da uyandırıldı... Pencereden kendisine bakan bir adam olduğunu gördü. Yerinden kalkıp ona yaklaştı. Dışarıda iki kişi daha vardı. Üçü de gündüz gördüğü yabancılardı. Üzerlerinde dalgıç giysisi vardı. Prospera herhangi bir korku hissetmedi, olanlar ona son derece doğal gelmişti. Ziyaretçilerin isteği üzerine, yer yatağında uyuyan ablası ve amcasının üzerinden atladı, sokak kapısını açıp dışarı çıktı. Şimdi yabancıların yanındaydı. Ancak çıplak ayakla çıktığı için adamlar dönüp ayakkabılarını almasını istediler... O andan itibaren olanlar, Prospera'nın zihninde karmaşık bir anılar ve resimler yumağıydı...

Çok güçlü bir ışık kaynağının içine girdiğini hatırlıyordu. Gittiği yerde yine dalgıç kıyafetli adamlar gördü. Hepsi de çalışıyor ve merakla Prospera'ya bakıyorlardı. Sonra siyah düz saçlı bir kadın geldi ve Prospera'yı kolundan tuttu. Küçük kız eve geri dönmek istemediğini, onlarla gitmek istediğini söyleyince, şefleri gibi davranan yaşlı adam buna hemen karşı çıktı. Eve geri dönerlerken Prospera, hayatında hiç bu kadar mutlu olmadığını düşünüyordu. Ayrılmadan önce yaşlı adam Prospera'nın gözlerine baktı. Prospera Munoz yaşadığı sürece bu derin bakışın etkisi altında kalacağını biliyordu...

Ertesi sabah uyanmakta güçlük çekti ve ablasının zorlamasıyla kalktığında saat öğlen 12.00 olmuştu. Önceki gece olanları kesinlikle hatırlamıyordu. Ancak ayakları çamur içindeydi ve çimen lekeleriyle doluydu. Üstelik kirli ayaklarıyla çarşaflan da kirletmişti...

Aradan yıllar geçti...

1954'de ev başkalarına satıldı. Satın alanlar, bir gün iki yabancının gelip evde yaşayan küçük bir kızı aradıklarını söylediler. Aynı yıl annesi Prospera'yı göz doktoruna götürdü. Doktor muayene sırasında ona gözlerini nasıl yaktığını sordu ve yüksek dozda radyasyon aldığım söyledi.

Geçen zamanla birlikte Prospera Munoz yaşadıklarını yavaş yavaş hatırlamaya başladı... "Dünya Dışı Varlıklar" tarafından kaçırılanlar hakkında okuduğu kitap ve yazılardan sonra ipnoz seanslarına başvurmaya karar verdi. Uzun süren ipnoz çalışmaları sonucunda bilinç altında gömülü kalan tüm anıları açığa çıktı. Eldeki veriler Prospera'nın çocukluğundan itibaren "Dünya Dışı Varlıklar" tarafından yıllarca gözlemlendiğini gösteriyordu.

Genç kızlık döneminde, babasının Jumilla'da işlettiği bara iki yabancı geldi. Dedektif Closeau tipinde pardösü giymiş kısa boylu iki adamdı bunlar... Pardösülerin boyu ayak bileklerine kadar uzanıyordu. Yüzlerini tamamiyle örten şapkaları ve camları buğulu gibi görünen gözlükleri vardı. Bara oturup sadece su istediler. Bir başka seferde ise, Prospera onlara benzer diğer iki yabancıyı, Alicante plajlarında gördü. Herkesin mayolarıyla güneşlenip denize girdiği sahilde, adamlar her zamanki gibi pardösü, şapka ve gözlükleriyle dolaşıyorlardı. Üstelik sahilde bulunanların da bir hayli dikkatini çekmişlerdi.


Kullanıcı avatarı
Siyabend
Belawela Muhtarı
Belawela Muhtarı
Mesajlar:19658
Kayıt:15 Eki 2006 12:05
Ruh Hali:Mutlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Kova
Takım:Galatasaray

Kaçırılma Raporu 2

Mesaj gönderen Siyabend » 25 Ara 2007 15:06

5 Mayıs 1959 Santo Domingo

Freddy Miller geri döndü mü?

B» olay "Bermuda Şeytan Üçgeni" bölgesindeki en tuhaf ve açıklanamayan kaybolma vakalarından bindir...

5 Mayıs 1959 günü Santo Domingo'dan yola çıkan bir tekne Boca Chica plajına doğru yol alıyordu... Tekne yolcuları; Freddy Miller, Maria Luisu Castillo, Mirtha Jorge ve Francisco Antonio ile Julia Altagracia Castillo adındaki çocuklardan oluşan bir guruptu... O gün deniz son derece sakin olmasına rağmen, bütün bu insanlar kayboldular... Ve tüm aramalara rağmen bir daha asla ortaya çıkmadılar!...

Ama gurubun içinde belki de en önemli isim Freddy Miller idi. Babası Kuzey Amerikalı bir subay, annesi ise Santo Domingolu Julia Otero idi. Freddy Miller sporculuğunun yanında, bu ülkede televizyon yönetmenliği ve yapımcılığı ile uğraşıyor, denizden, şiirden, yemek davetlerinden zevk alıyordu. Kendi yazdığı şiirleri etkileyici sesiyle radyo ve televizyon programlarında sık sık seslendirirdi. Üstelik gitar çalıp tangolar da söylerdi. Yakın arkadaşları onun kadar çok yönlü ve hayata bağlı birini daha tanımadıklarını belirtiyorlardı. Olay günü tekneyle denize açılırlarken grubu yakın arkadaşı Malono Quiroz uğurlamıştı.

Ertesi gün Miller'in kaybolduğu fark edildi ve arama çalışmaları başladı. Ancak sonuçlar olumlu değildi. Hava şartları mükemmeldi ve kaybolmaları için mantıklı hiç bir neden yoktu. Belki de motorun bozulmuş olabileceğini düşündüler.

Meslekdaşı Manolo Quiroz'un sonradan belirttiğine göre Freddy Miller'in UFO konusuna büyük inancı vardı. Televizyonda "Dünya Dışı Varlıklar" hakkında program yapmış, hatta programda kullanmak üzere bazı uzaylı giysileri bile ısmarlamıştı. Tüm bu gelişmelerin en garip olan tarafı, Fredi Miller'in 1959 yılında Karayip Denizi'nde kaybolduktan tam 13 yıl sonra ortaya çıkmasıydı!... Bu yeniden çıkışın tanığı ise Virgilio Gomez Contreras adlı bir başka Domingo vatandaşıydı.

Virgilio Gomez Contreras 22 Eylül 1972 sabahı saat 08.45 ile 09.00 arasında, arabasıyla işe gitmek üzere yola çıktı. Saatte 40 km hızla ilerliyordu. Ancak bir süre sonra ileride, kendisine durması için işaretler yapan adamı fark etti. Önce durup durmamak konusunda emin değildi. Ama daha sonra karar vererek arabasını durdurdu. Tam bu sırada yoldaki adamın tamamiyle yeşiller giydiğini ve az ileride iki kişinin daha olduğunu gördü. Adamların askeri birlikten geldiğini ya da kaza geçirdiklerini düşündü.

Yeşilli adam normal şekilde yürüyerek arabaya yaklaştı, sonra da pencereden eğilerek kendisini tanıyıp tanımadığını sordu. Virgilio tanımadığı cevabını verdi. O zaman yeşilli adam, isminin Freddy Miller olduğunu ve Santo Domingo doğduğunu söyledi. Daha sonra da: "Siz benim boğulduğumu sanıyordunuz ama modern bir araç tarafından kurtarıldım.." diye devam etti.

Virgilio onu kurtaran bir helikopter miydi diye sordu. Yabancının cevabı "hayır" oldu. "Helikopterden daha modern bir araçtı. Bir modül, daha doğrusu sizin deyimizle bir UFO'ydu" dedi. Virgilio hala bunun şaka olduğunu düşünüyordu ama yine de ona UFO'nün nereden geldiğini sordu. Yeşilli adam tahminen Venüs'ten geldiğini söyledi. Teknede bulunan diğerlerinin kurtarılması mümkün olmamıştı, hem zaten onlar bu ortama Freddy Miller gibi uyum sağlayacak yapıya da sahip değillerdi.

Bu konuşmanın sonlarına doğru; yabancı, az ötede gizlenmiş halde duran UFO'yu gösterdi. Diğer iki adam, kollarını kavuşturmuş ve bacakları iki yana açık şekilde cismin hemen önünde duruyorlardı. O anda Virgilio bunun artık şaka olmadığını anlamıştı. Yabancıya buraya geliş nedenini sorduğunda, sorun çıkartan Milwaukkee çukurunda araştırma yapmak için olduğunu söyledi. Sorun depremlerden kaynaklanıyordu. 28 veya 29 Ekimde olabilecek bazı yer kaymalarını engellemeye geldiklerini açıkladı. Sonra soğuk bir tarzda Virgilio'ya geri çekilmesini, gitme zamanının geldiğini söyledi. Arabasının hemen çalışmayacağını, bir süre beklemesinin iyi olacağını da ekledi.

Virgilio arabayı çalıştırıp yola devam ederken dikiz aynasından adamların oval biçimli cisme doğru ilerlediklerini gördü. 500 metre kadar ilerledikten sonra yeniden geri dönüp neler olduğuna bakmak istedi. Arabadan çıktı, arkasına baktı ama hiç bir şey göremedi. Etraf tamamiyle sessizdi ve kimse yoktu.

Bu olay Virgilio Gomez Contreras'ı fazlasıyla etkilemişti. Yaşadıklarını önce eşine anlattı. Çok geçmeden haber etrafa yayıldı ve gazetelere haber oldu. Araştırmacı ve gazeteciler olayı incelemeye başladılar. Öyküyü Virgilio gibi ciddi ve güvenilir tanıktan dinlemek olayın inanılırlığını arttırıyordu.

Anlam verilmesi son derece zor bir olaydı... Öncelikle yeşil giysili yabancının gerçek Freddy Miller'e ne kadar benzediği sorusu ön plana çıkmıştı. Virgilio'nün ifadesine göre yabancı konuşurken ne gülümsemiş, ne de yüzünde mimikler oluşmuştu. Sadece normal biçimde gözünü kırpıyordu. Kolları iki yana sarkmış halde araba penceresine doğru eğilerek konuşmuştu. Sesi normalden biraz daha kalın gibiydi ve hata yapmadan konuşuyordu. Elli yaşlarında görünüyordu. Boyu 1.77 ile 1.80 cm arasındaydı. Saçları pek de fazla sayılmazdı.

Parlak yeşil renkte, pilot giysisine benzeyen bir kıyafeti vardı. Sadece yüzü açıkta kalmıştı. Giysisi üzerinde dikiş izi, düğme, fermuar gibi ayrıntılar yoktu. Sol bileğinde koyu gri ve büyük bir saat taşıyordu. Deniz altına dalanlarındakine benzeyen bir saatti bu. Cilt rengi ise sarıya kaçan gri tondaydı. Araştırmacılar bu cilt renginin ancak bir ölüde olabileceği sonucuna vardılar!... Freddy Miller yoksa bir zombi miydi?...

UFO'nun yanında duran diğer iki adam konuşmaya hiç karışmadılar ve hareketsiz kaldılar. Onlar birbirlerine çok benziyorlardı. Fredi Miller'den daha esmerdiler ama onun gibi giyinmişler ve aynı tip saat taşıyorlardı. Sadece yürümeye başladıkları zaman Virgilio kollarının normalden çok daha uzun olduğunu fark etti.

Bu karşılaşmadan sonraki gün, "yabancı"mn bazı kehanetleri gerçekleşti. Virgilio'nün arabası nedensiz yere bozuldu. Tamirci çağırıldı. Arabanın aküsü değiştirildi ve baştan aşağı kontrol yapılmasına rağmen tamirci bozukluğun nedenini anlayamadı. Bütün ümitler kaybedildiğinde son denemeyle, şaşırtıcı biçimde araba yeniden çalışır hale geldi.

Diğer yanda Freddy Miller olduğunu iddia eden yabancının depremler hakkında söyledikleri de pek asılsız sayılmazdı. 18, 19, 20, 21, 22, 23, 25, 26, 28 ve 30 Eylül günlerinde sadece uzmanlar tarafından saptanan hafif şiddette deprem ve yer sarsıntıları meydana geldi. Hepsi de Mihvaukee bölgesinde olmuştu... O günden sonra Freddy Miller'den bir daha hiç haber alınamadı.
Kullanıcı avatarı
Siyabend
Belawela Muhtarı
Belawela Muhtarı
Mesajlar:19658
Kayıt:15 Eki 2006 12:05
Ruh Hali:Mutlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Kova
Takım:Galatasaray

Kaçırılma Raporu 3

Mesaj gönderen Siyabend » 25 Ara 2007 15:08

Betty Luca 1973 ABD

İpnozun ortaya çıkarttığı gerçek...

Kaçırılmalar konusunun en çarpıcı örneklerinden bir diğeri de, Amerikalı Betty Luca'nın yaşadıklarıdır... İpnozla geriye dönüş seansları sonunda Betty Luka, 1973 yılından beri uzaysal varlıklarla temas kurduğunu hatırladı!...

Betty, UFOlarla ilgili bir kaç deneyim yaşamış olan Bob Luka ile evlendiğinde, eşinin sonraki günlerde bu konuda kendisine destek vereceğini bilmiyordu. Ancak tuhaf şekilde evli çift, ortak özellikler taşıyan beden dışı ufolojik deneyimleri paylaştılar.

1977 yılında ipnoz seanslarına başvurdular. Betty ipnoz altında geriye döndü ve disk şeklindeki bir araçtan çıkan, uzun beyaz giysili, ufak yapılı yaratıkların, evinin kapalı kapısından nasıl girdiklerini anlattı. Betty'nin, yabancılar tarafından fiziksel incelenme amacıyla araca götürülmesi de ilginçti. Ölüme yakın deneyimlerden hatırladığımız gibi; karanlık, uzun bir tünelden geçirilerek uçan cisme ulaştığını söylüyordu. Bu tipik "Astral Yolculuk" tanımlamalarının başlangıç noktasına benziyordu. Uzay aracında ölüm ve reenkarnasyonla ilgili hologram görüntülerini inceledi. Bu arada yabancılar Betty'e insanlığı ilgilendiren önemli bir konuda bilgilendirilmek üzere seçildiğini söylediler.

Sonraki yıllarda Betty'nin yabancılarla olan temasları arttı. Sadece ipnoz altındayken hatırlayabildiği bu temaslardan birinde, fizik bedenini geride bırakarak uzaylıların aracına doğru gidişini detaylarıyla hatırlıyordu. Sahne uzaylı varlıkların o garip kadının bebeğini dünyaya getirmesine yardımla başlıyordu. Kadın bildiğimize benzer bir doğum masasına yatırılmıştı ve Betty ona yardımcı olmak için bütün gücüyle alnına bastırıyordu. Yine de alışılmış bir doğum değildi gördükleri... Uzaylılar yeni doğan bebeğin ağız ve burnunu kapatarak havayı kesinlikle solumaması gerektiğini söylediler. Dahası bebeğin kulaklarına ve başının arka kısmına metal görünümlü bazı iğneler yerleştirilmişti.

Uzaylı varlıklar bebeğin göz kapaklarına bir operasyon uyguladıklarında Betty çok korktu ve hemen başka odaya götürüldü. Orada gördükleri ise daha şaşırtıcıydı... İkinci bir bebek, içinde sıvı bulunan cam havuzda yüzüyordu. Betty uzaylılara bütün bunları ne amaçla yaptıklarım sordu. Aldığı cevap hayli ilginçti. "Dünya Dışı Varlıklar" yakın gelecekte dünya ırkının tamamiyle kısırlaşacağını ve üreyemez duruma geleceğini söylediler. Bu türlü tıbbi çoğaltma yöntemlerini ise dünya ırkının sona ermemesi için yaptıklarını belirttiler.

Oysa konuyla yakından ilgilenen bazı UFO araştırmacıları, gerçek nedenin uzaysal varlıkların kendi türlerini geliştirmek ve gezegenlerindeki üremenin sona ermesini durdurmak amacıyla dünyalı kadınların rahimlerini kullandıklarını ileri sürmektedir.

Yine de Betty'nin "nöbetçiler" adını verdiği uzay varlıkları, dünyadan her türlü canlı örneği topladıklarını bildirdiler. Uzun zamandan beri dünyasal bitki ve hayvanlar üzerinde araştırmalar yapıyorlardı.

Örnekler konusunda Betty'nin aktardıkları bu kadarla kalmadı. İpnoz seanslarında Betty, uzaylıların kendisini Doğa Tarihi müzelerini hatırlatan bir mekana götürdüklerini söyledi. Burada bir gurup Güney Amerika yerlisi vardı. Yaşarken kullandıkları günlük eşyaları, giysileri ve ve doğal çevreleri içinde... Betty onların artık yaşamadıklarını anladı. Çünkü yerliler dondurulmuş ya da mumyalanmış insanlar benzeri kıpırtısız, cansız mankenler gibi gözlerini boşluğa dikmiş öylece bakıyorlardı.

Bu deneyimler Betty için kimi zaman yıpratıcı olsa bile, yine de dünya insanlığını bir konuda uyarmak için seçildiğini hissediyordu. Ancak geçen zamanla deneyimlerinin basına ve televizyona yansımasıyla hem Betty, hem de kocası Bob açıklanamayan sebeplerle izlenmeye başladılar. Evlerinin üzerinde saatlerce dönüp duran siyah, yazısız helikopter; arabalarıyla yolculuk ettikleri zaman da onları izliyordu.

Siyah helikopterler Amerikan Hükümeti'nin uzaylılara verdiği söylenen 51.Bölgede askeri güvenliği sağlamakla yükümlüdürler. Bugüne dek pekçok tanık Amerikan Hükümeti'nin "Dünya Dışı Varlıklar"la yaptığı teknoloji işbirliğinden ve Las Vegas'ın Kuzey doğusuna düşen 51.Bölgede sürekli devriye uçuşu yapan siyah helikopterlerden söz etmiştir.

Amerikan askeri yetkilileri tarafından kontrol altına alınmalarına rağmen, Betty ve Bob çifti araştırmalarından vazgeçmediler. Raymond Fowler beden dışı ve ölüme yakın deneyimlerle UFO kaçırılmaları arasında bir bağlantı olduğuna inanıyordu.

Betty deneyimlerinin en çarpıcı olanında, karşı konulmaz bir güçle beden dışına çekildiğini hatırlıyor. Önce mavi, daha sonra lavanta rengine bürünen bir ışıkla uzay aracına doğru çekilirken, hızla yükselmeye devam etmiş. Daha sonra ışık altın rengim aldığında, Betty kendi bedeninin de ışık saçmaya başladığını görmüş. Bu anlatılanlar, "Dünya Dışı Varlıklar"la yapılan görüşmelerden bir kısmının, fiziksel bedenle değil, astral yolculukla da yapılabildiğini açık bir şekilde göstermektedir.

Fowler, geçmişe yönelik araştırmalar yaparken, İsveç'te 1775 yılında basılmış ilginç bir kitapla karşılaşıyor. Kitap 12 Nisan 1671 tarihinde bir kadın ve bir erkeğin notere verdikleri yeminli ifadeden söz ediyor. Bu kişiler cücelere benzeyen peri insanların yaşadığı garip bir dünyaya götürülmüşler. Bu kadın ve adam çok uzun süren yer altı tünel yolculuğundan sonra, gümüş gibi parlayan metal kapıya getirildiklerini açıklamışlar. Kapının ardında nereden geldiği belli olmayan parlak ışıkla aydınlatılan bir salon varmış. Daha sonra cüce periler kadına doğum yapacak bir başka kadına yardım etmesini istemişler.

"Dünya Dışı Varlıklar"ın gezegenimizdeki etkinlikleri 17 nci yüzyıldan çok daha eski kaynaklarda da karşımıza çıkıyor. Babil halkı Kaideliler peri sınıfı diye bildikleri varlıklara inanırlardı. Bu sınıf dünya ile ilgili işlerden sorumluydu. Kaide dilinde onlara "ir" denirdi, yani bugünkü anlamıyla "nöbetçiler" . Bu varlıkların kimler oldukları günümüze kadar anlaşılamamıştır. Ancak ortada son derece açık ve net olarak bilinen bir gerçek var. O da tarihin geçmiş dönemlerinde gökyüzünden ışıklar içinde inen birtakım varlıkların dünyamızı belirli aralıklarla ziyaret etmiş olduklarıdır. Tarihi kayıtlar ve mitolojiler bunların sayısız örnekleriyle doludur...

"Dünya Dışı Varlıklar"ın insanlarla kurduğu yakın temaslar ve kaçırılmalar tarihinin çok eski dönemlerinde başlamış olsa da, dünya kamuoyuna bu konunun duyurulması, ancak 70'li yılların ikinci yarısından sonra gerçekleşebildi...
Kullanıcı avatarı
Siyabend
Belawela Muhtarı
Belawela Muhtarı
Mesajlar:19658
Kayıt:15 Eki 2006 12:05
Ruh Hali:Mutlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Kova
Takım:Galatasaray

Kaçırılma Raporu 4

Mesaj gönderen Siyabend » 25 Ara 2007 15:08

Lori Briggs 1975 ABD

İri başlı zayıf varlıklar California'da...

Lori'nin deneyimleri 1975 yılında başladı. Uzaylıların ilk gelişinde elektrik jeneratörününkine benzeyen motor sesini duyduğunu söylüyordu.

İri başlı zayıf varlıklar Lori'yi bir ışık demetiyle yatağından alıp, evin duvarlarından geçirerek uzay gemisine götürüyorlardı. Tıbbi amaçlı bazı kontrollerden geçirdikten sonra da bir müzik notasına benzeyen tınıyla evine geri gönderiyorlardı. Tını Lori'ye mantraları hatırlatmıştı. Hatta daha sonra gevşeyip konsantre olmak, meditasyon yapmak amacıyla aynı sesi defalarca zihninde canlandırdığını belirtiyordu.
Kullanıcı avatarı
Siyabend
Belawela Muhtarı
Belawela Muhtarı
Mesajlar:19658
Kayıt:15 Eki 2006 12:05
Ruh Hali:Mutlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Kova
Takım:Galatasaray

Kaçırılma Raporu 5

Mesaj gönderen Siyabend » 25 Ara 2007 15:10

7 Ekim 1973 Utah ABD

Pat Roach uzay gemisine kızlarıyla birlikte gitti.

İstatistikler söz konusu temasların daha çok gecenin geç saatlerinde gerçekleştirildiğini göstermektedir. Seçtikleri dünyalıyı yatağından, üzerinde gecelik ya da pijamaları varken uzay gemisine götürmelerine sıklıkla rastlanmıştır...

Olayın kahramanı Bayan Pat Roach, bir süre önce eşinden boşanmıştı ve kızlarıyla birlikte yaşıyordu. Söz konusu gece evinin salonunda kanapeye uzandı ve uykuya daldı. Ancak saatin gece yarısı on ikiyi vurmasıyla birlikte uyandı... Garip şeyler hissetmişti ama ne olduğundan emin değildi... Kızlar eve giren iki uzaylı adamdan söz ettiyse de, Pat buna inanmak istemedi ve hırsızlardan şüphelendi. Son zamanlarda komşu evlerin de hırsızlardan şikayetçi olduğunu hatırlayarak polisi aradı. Gelen iki polis memuru çevreyi araştırdılarsa da şüpheli bir şey bulamayarak geri döndüler. Ancak Roach ailesinin sinirleri hayli bozulmuştu. Bu nedenle geceyi bir arkadaşlarının evinde geçirdiler.

Aradan iki yıl geçti...

Kızlar hala uzaylı adamların geldiğine inanırken, Pat olayın basit bir hırsızlık girişimi olduğunda iddialıydı. Aslında ne yapacağını da bilmiyordu ve 1975 ilkbaharında "Sağa Dergisi"ne yazmaya karar verdi. APRO'da araştırma müdürü Dr. James A. Harder'ın yardımıyla, Pat'in olayının incelenmesi gerektiğine karar verildi. Önce kayıp zaman diliminde neler yaşandığını anlayabilmek için ipnozla geriye dönüş çalışması uygulandı.

Doktor Harder, hem Pat'i, hem de kızlarını ayrı ayrı ipnoza soktu...

Pat Roach ipnoz altında 7 Ekim 1973 gecesi yaşadıklarını anlatmaya başladı. Gecenin geç saatlerinde ayak ucunda dikkatle kendisine bakan ufak boylu iki kişi tarafından uyandırılmıştı!.. Yabancılar Pat'in üzerine doğru eğilip onu kollarından tutarak ayağa kaldırdılar... Aynı anda Pat kızlarının başka varlıklarla mücadele ettiğini gördü... Önce hep birlikte havaya yükseldiler daha sonra da, sanki uçar gibi evden çıkıp evin hemen yakınında duran bir uzay gemisine götürüldüler...

Gemiye girdikten sonra Pat kızlarından ayrı odaya alındı. Uzun bir masaya yatırılarak önce jinekolojik muayeneden geçirildi. Bu arada "Dünya Dışı Varlıklar", Pat'e teknolojilerinin bir bölümünü gösterdiler ve yaşamının geçirmiş olduğu bazı anları yeniden yaşaması için ipnoz uyguladılar... Pat kızlarını merak ediyordu... Küçük kızı Debbie Hintli bir kız tarafından yönetilen makineye sokulduğunu söyledi. Aynı zamanda Debbie, bu makinede tanıdığı bazı komşularını da görmüştü ama bu komşular hiç bir şey hatırlamıyorlardı...

Büyük kız Bonnie de, ipnoza girdiği zaman annesinin yaşadığı deneyimi hatırladı. "Dünya Dışı Varlıklar"m yanında bir de insan olduğunu söyledi. Aynı adamdan Pat de söz etmişti. Ama Pat ve kızı birbirlerinden habersiz olarak ipnoz deneyiminden geçirildiler. Bu da doğruyu söylediklerinin en önemli kanıtıydı.

Uzaylılar yaklaşık 1.50 m boyunda, iri siyah gözlü ve soluk tenli varlıklardı. Burunları yoktu. Ağızın olması gereken yerde ise bir çizgi göze çarpıyordu. Ellerinde ikisi uzun biri kısa olmak üzere üç parmak vardı. Kıyafetleri üniformaya benziyordu ve parlaktı. Geniş bel kemerleri ve eldivenler taşıyorlardı.

Şüpheci araştırmacılar ipnozla da yetinmeyerek, Pat ve kızlarını yalan makinesine soktular. Sonuçlar olayın gerçekliğini kanıtlıyordu. Dahası Pat, yakın çevresi tarafından ciddi ve 'ağır başlı bir kadın olarak bilinirdi. Böyle bir yalan uydurması ya da şaka yapması için hiç bir nedeni yoktu.
Kullanıcı avatarı
Siyabend
Belawela Muhtarı
Belawela Muhtarı
Mesajlar:19658
Kayıt:15 Eki 2006 12:05
Ruh Hali:Mutlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Kova
Takım:Galatasaray

Kaçırılma Raporu 6

Mesaj gönderen Siyabend » 25 Ara 2007 15:12

5 Kasım 1975 Arizona ABD

Travis Walton vakası...

Bu garip kaçırılma olayı söz konusu gün, öğleden sonra saat 18.10 civarında meydana geldi... Yaşamını odunculukla kazanan yedi genç adamdan kurulu ekip, kamyonla evlerine dönüyorlardı. Sonra aralarından biri, diğerlerine karşı taraftan gözüne çarpan ışık patlamasını gösterdi... Yol hafifçe sağa kıvrılıyordu... Dönemecin sonuna geldiklerinde parlak ışığın kaynağını görebildiler... Metalik yapılı bir cisim ormandaki düz arazinin yaklaşık 5 metre kadar üzerinde ve 30 metre uzaklıkta havada asılı duruyordu...

O zamanlar 22 yaşında olan Travis Walton, kamyonda şoförün hemen sağ tarafında oturmuştu. Cismi gördüğünde grubun şoförü ve şefi olan Mike Rogers'dan hemen kamyonu durdurmasını istedi. Kamyonun durmasını bile beklemeden Travis aşağı atladı ve gökte hareketsiz duran nesneye doğru koştu. Daha iyi görebilmek için de, elindeki pilli feneri kullanıyordu.

Arkadaşları ona geri dönmesini ve çok dikkatli olmasını haykırırken, Walton hiç kıpırdamadan UFO'yu izlemeye devam ediyordu. UFO sanki devasa boyutlarda iki tabağın ağız ağıza birleştirilmesiyle inşa edilmiş gibiydi. Sonra cisimden geldiği sanılan ıslık sesi duyuldu. Travis Walton uzaklaşmak için geriye doğru bir kaç adım attı. Ancak arkadaşları cisimden çıkan yeşilimsi ışığın Walton'a uzandığını, vücudunun üst kısmından yakalayarak onu yerden kaldırdığına tanık oldular...

Rogers büyük bir tehlikeyle karşılaştıklarını anladı ve kamyonu çalıştırarak hızla bölgeyi terk etti. 500 metre kadar ileride durduklarında, dehşet içinde arkalarına baktılar. Travis'i en son gördükleri yerden yükselen ışık kaynağının, gökyüzünün kuzey doğu bölgesinde kaybolduğunu gördüler. Rogers bunun az önce gördükleri UFO olabileceğim düşünerek yeniden cismi gördükleri düzlüğe dönmeye karar verdi.

Adamlar 15 dakika süreyle çevrede Walton'u aradılarsa da, kendisine ait iz bulamadılar. Rogers en yakın yerleşim birimi olan Heber'e gidip durumu şerife bildirmeye karar verdi. Aslında oduncular bu konuda aralarında tartışıyorlardı. Walton'un kayboluşunu anlatsalar da, kimseyi ikna edemeyeceklerini düşünüyorlardı.

10 Kasım günü, oduncular yalan makinesi testinden geçirildiler. Araştırma boyunca Trais Walton'a zarar vermedikleri kanıtlandı. Başlangıçta genç adamı öldürüp cesedini gizlediklerinden bile kuşkulanılmıştı...

Yine 10 Kasım günü Travis'in kız kardeşi bir telefon aldı. Arayan Travis Walton'du. Genç adam kafası karışmış halde Heber'deki telefon kulübesinden aradığını söyledi. Dahası vücudunda dayanılmaz ağrılar vardı. Travis'in eniştesi Grant Neff, genç adamın annesinin evine gitti, erkek kardeşini Duane'i de aldı ve Travis'in tarif ettiği bölgeye doğru hızla yola çıktılar. Travis'i telefon kulübesinde yere yığılmış halde buldular. Yüzü solgundu ve yaklaşık beş günden beri traş olmamış gibi görünüyordu. Ama bunun dışında ciddi bir sağlık problemi yoktu.

Sonraki günlerde Travis Walton gazetecilerle UFO araştırmacılarının hedefi haline geldi. Bir gurup Ufolog kendisine ipnozla tedavi yapan bir şifacıyı önerdiler. Ancak sonunda APRO yani "Hava Fenomenleri Araştırma Organizasyonu" adına Çalışan tıp uzmanları ile görüşmeyi kabul etti. Uzmanlar ve yetkili bilim adamları tarafından, Travis Walton'a bir dizi psikolojik testler uygulandı... Ve sonuçlar genç adamın doğruyu söylediğini gösteriyordu...

Ancak Walton, "Dünya Dışı Varlıklar"la gemide geçirdiği 5 günün sadece bir iki saatini hatırlayabiliyordu. Kendini, UFO'nun içinde düz bir masada yatar bulduğunda herhangi bir tıp merkezine kaldırıldığını sanmıştı. Ancak tavan normalden çok daha basıktı. Ve Travis'in göğsünde oval biçimli, metalik bir nesne vardı. Ceketi ve gömleği çıkartılmıştı. Dayanılmaz ağrılar hissediyordu. Odanın havası hem sıcak hem de rutubetliydi.

Travis'in olanları anlaması için bir kaç dakika geçmesi gerekti. Bulunduğu yeri tam olarak algıladığında ise, tanıdık bir tıp merkezinde olmadığını iyice kavramıştı. Yattığı masanın çevresinde, boyları 1.5 metreyi geçmeyen üç garip yabancı vardı. Başları zayıf, vücutlarına oranla son derece büyüktü. Solgun tenleri hemen göze çarpıyordu. Kocaman, parlak siyah gözlere, küçük burunlara ve yine küçük ağız ve kulaklara sahiptiler. Üzerlerinde koyu turuncu renkte, dikişsiz giysiler vardı.

Walton onları görür görmez ayağa fırladı. Yabancılar kendisine doğru yaklaşırlarken de yan tarafta gördüğü varil benzeri nesneyi başlarına atmayı tasarladı. Bir kaç saniye eline aldığı bu nesneyle yabancıları tehdit edip korkutmaya çalışırken, "Dünya Dışı Varlıklar"ın sessizce kapıdan çıkıp uzaklaşmalarına şaşırdı.

Onların ardından Walton da dışarı çıktı ve diğerlerinin tersine sol tarafa döndü. Kıvrımlı koridoru izleyerek bir çıkış kapısı bulmayı denedi. Sonra dairesel bir odaya geldi. Odada bir ekran ve karşısında küçük bir koltuk vardı. Travis Walton kendisine çok küçük gelen bu koltuğa oturmayı başardı. İlk gördüğü manivelaya dokununca tavandaki yıldızlar sanki hareket eder gibi oldular. Walton kolu eski yerine getirdi ve başka hiç bir şeye dokunmamaya karar verdi.

Az sonra kapıda bir yabancı daha belirdi. Ancak bu diğerlerinin tam tersine yaklaşık 1.80 metre boylarındaydı. Kestane rengi saçları ve kahve ile altın rengi arasında parlayan çok garip gözleri vardı. Travis'e yaklaşması için işaret etti. Bu arada genç oduncu yabancıya arka arkaya sorular soruyor ve bunların hiç birine cevap alamıyordu.

Yeni gelen adam sessiz şekilde Travis'i kolundan tuttu ve yeniden koridora çıkarttı. Bu defa sağ tarafa yönelip durdular. Adam hiç bir şeye dokunmamıştı ancak duvarda bir bölme açıldı. Birlikte küçük bir odaya girdiler kapı arkalarından kapandı. Hemen sonra karşı tarafta bir başka kapı daha açılacaktı...

Aşağıya doğru eğim yapan rampadan geçip silindir biçimli odaya geldiler. Bu geniş mekanda Travis oval biçimli ve daha önce gördüklerine benzeyen metalden yapılmış bazı cisimler olduğunu hatırlıyordu.

Uzun boylu yabancı ile birlikte yan tarafa geçtiler. Bu bölmede tamamiyle insan görünümlü iki erkek ve bir kadın vardı. Sonra Travis'e masaya yatmasını işaret ettiler. Genç adam karşı koyduysa da, "Dünya Dışı Ziyaretçiler" onu ikna etmeyi başardılar. Yüzünü oksijen maskesine benzer cihazla örttüler... Kısa süre sonra Travis kendinden geçmişti...

Travis Walton uyandığında kendisim Heber'in bir kilometre kadar ötesinde buldu. Yerleşim birimine doğru zorlukla ilerledi ve ailesine telefon etmeyi başardı. Yapılan testler Walton'un doğruyu söylediğini gösteriyordu. Yaşadığı bu garip deneyimden sonra UFO çevreleri tarafından yakından tanınan Travis Walton, kaçırılmasıyla ilgili bir kitap yazdı.

Yıllar sonra kitabından uyarlanan bir de sinema filmi çekildi. Ülkemiz televizyon kanallarında da gösterilen bu film, ne yazık ki Walton'un yaşadıklarını gerçekçi bir anlatımla yansıtmaktan çok uzaktaydı. Neredeyse korku ve gerilim sineması havasında çekilen film, Walton'un ne ipnoz altında anlattıkları, nede kitabında yazdıkları ile benzeşmiyordu. Gerçekte Walton "Dünya Dışı Varlıklar"la birlikte geçirdiği sürede, ruhsal ve bedensel yönden ölümcül bir yara almamıştı. Varlıklar onu doğrudan doğruya tehdit etmemişlerdi.

Sonradan çekilen filmde; senaryo gereği uzay gemisinin yerçekimsiz ortamında, havada yüzen parçalanmış cesetler, önceki kurbanlardan geriye kalan gözlük, ayakkabı gibi kişisel eşyalar dikkati çekiyordu. Oysa Travis Walton ne anılarında, ne de verdiği raporlarda bunlardan kesinlikle söz etmemişti.

Şu ana kadar rapor edilen tüm kaçırılma vakalarında, tanıklar uzay gemisine götürüldüğü andan itibaren; ne şiddete maruz kaldılar, ne de bir başka dünyalıya kasıtlı olarak zarar verildiğini gördüler.
Kullanıcı avatarı
Siyabend
Belawela Muhtarı
Belawela Muhtarı
Mesajlar:19658
Kayıt:15 Eki 2006 12:05
Ruh Hali:Mutlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Kova
Takım:Galatasaray

Kaçırılma Raporu 7

Mesaj gönderen Siyabend » 25 Ara 2007 15:13

1976-1990 Brezilya

Uzay gemisindeki ameliyat ve röntgende çıkan cisim...

Kendisini Carmen takma adıyla tanıtan Brezilya'lı bir kadın, 15 Ekim 1990 günü "UFO"lar ve "kaçırılmalar" hakkında verilen konferansı dinlemeye gitti. Toplantıdan ayrıldıktan sonra, 1984 yılında bazı tıbbi kontroller için çektirdiği kafatası röntgenlerini hatırladı. Ancak çekilen bu röntgen filmlerinde, kafatasının sağ tarafında yer alan dairesel ve metalik bir cisim çok net şekilde görülüyordu.

Mantıksal hiç bir açıklaması olmayan bu cismin başına nasıl yerleştirildiğini ve neler olduğunu anlamak için Carmen UFO araştırmacısı Arismaris Baraldi ile görüştü ve ipnoz seanslarına katılmayı kabul etti.

Ancak araştırmalar bu kadarla da kalmadı... Daha sonra çekilen röntgen filmlerinde, metal nesnenin kafanın sağ tarafından sol tarafına geçtiği görüldü... Carmen alay konusu olmamak için yaşadığı bu garip deneyimi herkesten saklıyordu. 1990 Martı'ndan itibaren bazı telepatik mesajlar almaya başladı. Carmen'e bilgi veren varlık, kendisini "Defe" adıyla tanıttı. Alfa Centauro Sistemi'ne bağlı Centrus Gezegeni'nden bir uzay gemisinin kaptanı olduğunu söylüyordu...

Carmen bu mesajlardan sonra akıl sağlığından şüphe etmeye başladı. Röntgende çıkan cismi ve kulağına fısıldanan mesajları unutmaya çalışsa da, iletişim öncekinden daha hızlı şekilde devam edecekti. Bir defasında "Defe" adındaki varlık Carmen'in mutfağında maddeleşti. Bu görüntü karşısında Carmen'in evinde beslediği kedisi ve köpeği adeta felç olmuş gibi hareketsiz kalmışlardı... Olaylar bununla da kalmayacaktı...



Başın üst kısmına yerleştirilen cisim, röntgen filminde net bir şekilde görülmektedir.

Bir başka gün, Carmen arabasıyla giderken, garip bir gücün etkisiyle, arabasıyla birlikte yukarı çekilerek uzay gemisine alındı. Yapılan ipnoz çalışmaları sonucunda, kurulan temasların çok daha eski yıllardan geldiği öğrenildi.

1976 yılında Carmen gemiye alınmış ve burada yapılan ameliyatta, beynine yerleştirilen cihaz sayesinde yaşadığı tüm deneyimlerini unutması sağlanmıştı. Cismin diğer görevi de Carmen'in zihinsel dengesini düzenleyip, gelecekteki temaslara hazırlanmasını sağlamaktı. Carmen bu ameliyattan hemen önce "Defe" ve diğer varlıkların kendisine hafifçe dokunduklarını ve bu sayede havaya yükselerek bir ameliyat masasına yatırıldığını hatırlıyordu...

Centrus'dan geldiklerini söyleyen varlıklar, Carmen'in fiziksel ve ruhsal sağlığının bozulup, sarılık başlangıcı nedeniyle Sao Paulo'daki bir kliniğe yattığı dönemde, onunla ilk temasları kurmaya karar vermişlerdi. Bu dönemde beden ve ruh arasındaki uyum bozulduğundan kaynaklanan gevşeme halinin, onun dışarıdan gelecek etkileri alması ve kanal açılması daha kolay olmuştu.

Carmen'e kaderini belirlemek için bir şans verildi. Ona eğer isterse temaslara son verebileceklerini ya da devam etmeyi seçerse bunun hayatı boyunca süreceğini açıkladılar... Carmen devam etmek istediğini söyledi...
Kullanıcı avatarı
Siyabend
Belawela Muhtarı
Belawela Muhtarı
Mesajlar:19658
Kayıt:15 Eki 2006 12:05
Ruh Hali:Mutlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Kova
Takım:Galatasaray

Kaçırılma Raporu 8

Mesaj gönderen Siyabend » 25 Ara 2007 15:13

5 Nisan 1978 Soria İspanya

Köpeğiyle birlikte kaçırıldılar...

Julio Fernandez "Dünya Dışı Varhklar"la ilk ve son karşılaşmasını yaşadığında 30 yaşındaydı. Evliydi ve 2.5 yaşında bir çocuğu vardı. O zamanlar ticaretle uğraşıyordu. Daha önce veterinerlik fakültesinde üç yıl eğitim almış ancak daha sonra bu eğitimi yarıda kesmişti.

Kaçırılanların pek çoğunda olduğu gibi ruhsal ve bedensel açıdan tümüyle sağlıklıydı. Alkol ya da benzeri uyuşturucu madde bağımlılığı yoktu ve sade bir yaşam sürdürüyordu. Pek de fazla kültürlü sayılmazdı. Hayatı boyunca ne doğaüstü konularla, ne de UFOlarla ilgili tek satır bile okumamıştı...

Olay sabahı saat üç buçuk civarında köpeğini ve av tüfeğini alarak arabasına bindi ve Barselona'dan Soria kasabasına uzanan yola çıktı. Amacı erken saatlerde kırsal alanda avlanmaktı. Ancak o gün her zamankinin tersine, normalde avlandığı bölgenin aksi yönünde ve aşırı hızla ilerliyordu. Yanından asla ayırmadığı köpeği Muş ile sohbet ederken, araba teybinde Arjantinli şarkıcı Jorge Cafrune'nin kasetini dinlemekteydi. Kaçırılmasından sonra, kasette kimi bölümlerin silindiğini fark edecekti...

Bir süre sonra av için saatin çok erken olduğunu düşünerek, yol üzerindeki barlardan birinde durup kahve içmeye karar verdi. Saat dört buçukla, beşe çeyrek kala arasında Hostal 113 adlı yerde durdu ve içeri girdi... Barla ilgilenen tek garson vardı. Adam uzun boylu ve sarışındı. Julio ilk anda garsonun peruk takıyor olabileceğini düşündü. Üstelik garsonun ellerinde plastik ameliyat eldivenleri vardı. Barda kaldığı süre içinde Julio ona tuhaf gelen iki ya da üç şeyi fark etti. İlki yirmi dakikalık sürede bara kendisinden başka kimsenin girmemesiydi. Normalde bu tip yerlere diğer avcılar, devriye gezen polisler ya da kamyon şoförleri uğrardı.

Garsona gelince... Davranışları işini bilen usta bir garsonunkine hiç benzemiyordu. Dahası mekanda çok güçlü bir çam kokusu vardı ve adamın kısa süre önce etrafı çam kokulu temizlik malzemesiyle sildiği belliydi. Aynı çam kokusunu Julio götürüldüğü uzay gemisinin içinde de duyacaktı... Ancak bu gerçekte ozon kokuşuydu... Garsonla aralarında geçen konuşma da sıra dışıydı... Julio ipnoz altındayken bile konuşmayı tam olarak hatırlayamadı.

Daha ileriki tarihlerde araştırmacılar Hostal 113 barının sahibiyle konuştuklarında, patron barını asla sabah sekizden önce açmadığım belirtmişti. Ayrıca iş yerinde tarif edildiği gibi bir garson da çalıştırmıyordu!...

Julio bardan çıktığında saat altıya çeyrek kalayı gösteriyordu ve 50 km uzaklıkta olan Medinaceli'ye varması yarım saat sürdü. Tepeye tırmanırken motorun sesini daha iyi duyabilmek için kaseti kapattı. Julio'nun şuurlu halde anlattıkları burada sona eriyordu... Bundan sonra yaşadıklarını ise ipnoz altındayken hatırlayıp aktaracaktı...

Bir başka önemli ayrıntı da, yolculuğun başından beri, Julio'nun arabasını bir kaç metre yükseklikten izleyen ışık yumağının ona eşlik etmesi ve isteği dışında planladığından farklı yöne doğru çekilmesini sağlamasıydı. Julio hızla tepeye doğru tırmanırken arabası aniden durdu... Motor çalışmıyordu... Elektrik sistemi çökmüştü... Ve yeni değiştirilmiş olmasına rağmen arabanın aküsü de çalışmaz hale gelmişti...

Araba teybine gelince, o hala çalışıyordu ancak içindeki kaset yer yer kesintilere uğrayıp silinmişti. Julio önce bozuk kaseti atmayı düşündüyse de sonra bundan vazgeçti. Mekanik saati de durmuştu. O günden sonra pekçok saat tamircisine götürdüyse de tamir edilmesinin imkansız olduğu cevabını aldı. Saat tam ikiye yirmi kalada durmuştu...

Köpeği Mus, birden hırlamaya başladı. Tüyleri dikilmişti ve son derece huzursuz şekilde yaklaşan tehlikeyi haber vermeye çalışır gibiydi. Julio onu daha önce hiç böyle görmediği için korktu. Mevsim kıştı ve bozkırda bulunuyorlardı. Julio kurtları düşünerek tedbir almaya karar verdi. Arabadan tüfeğini aldı ve daima cebinde bulundurduğu beş adet mermiyi tüfeğe yerleştirdi. Köpek hala hırlamaya devam ederken, Julio karsı yoldan gelen insan figürlü bir kaç gölgeyi fark etti. Bir süre sonra, gelenlerin parlak kıyafetler giydiklerini gördü. Pastel yeşil renkteki giysilerden etrafa hafif bir ışık yayılıyordu.

Dalgıçlarınkine benzeyen, tek parça dikişsiz bir tulumdu bu ve ayak bileklerine kadar iniyordu. Kumaşı yumuşak, lastikli ve yağmur geçirmez görünümündeydi. Üzerinde herhangi bir yazı ya da işaret yoktu. Ve hiç bir şekilde kırışmıyordu. Sıkı giysinin altından kasları rahatça görülebiliyordu. Ayaklarında ise, yine aynı maddeden yapılmışa benzeyen botlar vardı.

Başlarım ve omuzlarını örten bir tür kapüşon giymişlerdi ve sadece yüzleri açıktaydı. Çok uzun boylu, geniş omuzlu, atletik yapılı erkeklerdi bu gelenler. Ancak kafa yapıları inanılmaz büyüklükteydi ve gözleri de normal bir insanınkine göre çok daha iriydi. Parlak mavi gözleri hemen dikkat çekiyordu. Yüzlerinde kaş, kirpik, ya da saç türü herhangi tüylü bir bölge yoktu.

İki adam Julio'nun yarım metre yakınma kadar geldiler. Julio korkmamıştı ancak büyük bir şaşkınlık içindeydi... Yabancıları ısırmaması için, köpeğini de sakinleştirmeyi başardı. İlk andan beri onların bu dünyadan olmayan "yabancılar" olduklarını anlamıştı. Ancak bunu nasıl hissettiğini kendisi de bilmiyordu. Ziyaretçilerin varlığı Julio üzerinde huzur ve barış hissi uyandırdı. Sanki çok uzun zamandır görmediği eski ve sevgili dostlarıyla yeniden karşılaşmış gibiydi.

Adamlar kendisiyle konuşmaya başladılar. Julio başlangıçta konuşmanın ses ve ağız yoluyla olduğunu zannetti. Ancak dudaklarının kıpırdamadığım görünce, bunun zihinsel yani telepati ile yapıldığını anladı. Ziyaretçiler Julio'ya korkmamasını, kötü bir şey olmayacağı sadece kendisiyle gelmesini istediklerini söylediler. Sanki asıl ilgilendikleri köpeği Mus idi ve onu incelemek isterken sahibini de yanlarında götürmeleri gerektiğini düşünmüşlerdi.

Geri dönmeye söz veriyorlardı. İfadeleri emretmekten uzak, sadece kibar bir davet niteliğindeydi... Julio merakla bu daveti kabul etti. Silahım omzuna aldı ve yürümeye başladı. "Yabancılar" yürümüyor sadece yolun üzerinde süzülüyorlardı...

35-40 yaşında görünüyorlardı. Davranışları sakin ve telaşsızdı. Kollarını ancak gerekli olduğu hallerde hareket ettiriyor, bunun dışında vücutlarına sımsıkı yapışık konumda bırakıyorlardı. Fiziksel açıdan sağlam yapılı ve güçlü insanlara benziyorlardı. Boyları neredeyse iki metreye kadar uzanıyordu ve geniş kafa yapılarıyla Amerikan futbolu oynayan sporcuları hatırlatıyorlardı.

Kolları ve elleri çok uzun olmasına rağmen, el parmakları bir piyanistinki gibi inceydi. Ağır iş yapmamış bir sanatçınınkine benzeyen elleri, bedenin geri kalan atletik yapısıyla zıtlık oluşturuyordu. Ancak her şeye rağmen onlar gerçek insanlara benziyorlardı. Yani robot ya da hologramik görüntüler değillerdi. Julio gözlük veya sakal taksalar Kuzey Avrupa insanlarına çok kolay benzeyebileceklerini düşündü.

Kısa süren yürüyüşten sonra ziyaretçilerle birlikte araçlarının bulunduğu düzlüğe geldiler. Julio gördüğü nesne karşısında büyük şaşkınlık geçirdi çünkü cisim yaklaşık 70 m uzunluğunda bir uzay gemisiydi. Yerden yüksekliği 4 metreydi. Ana yoldan uzakta, kimsenin dikkatini çekmeyecek tarlalar arasında gizlenmişti. En azından üç ya da dört katlı bir yapısı vardı. En tepedeki kubbesiyle zemini arasındaki mesafe 1520 m kadar olmalıydı.

Dış yüzeyi tamamen metalikti. Kubbenin çevresini dairesel kuşatan geniş ve yayvan bölgeden farklı renklerde ışık patlamaları çıkıyordu; mavi, yeşil, sarı ve diğer renkler... Geniş bir yüzüğe de benzetilebilen dairesel kısım, sağdan sola döner gibiydi. Kubbenin hemen altında, daha sonra kontrol odasının pencereleri olduğu anlaşılan üçgen ve karanlık görünüşlü bölmeler vardı. Üçü birlikte araca doğru ilerlediler...

Şimdi devasa metalik bir şemsiyeye benzeyen gövdenin altında bulunuyorlardı... Cismin yüzeyi pürüzsüzdü. Gemiye yaklaşırken Julio güçlü bir çam kokusu duydu. Daha sonra gemide de aynı kokuyu fark edecekti. Julio'nün üzerinde taşıdığı av tüfeği ve bıçağı arkaya doğru çekiliyordu... Bu da ortamda güçlü bir manyetik alan bulunduğunun işaretiydi...

Julio bu yaşadıklarına bir anlam vermeye çalışırken; geminin merkez noktasından aşağı doğru inen silindir biçimli metalik bölge, yerden bir karış yükseklikte durdu. Yüksekliği 4 m, çapı ise 2.5 m civarında olan silindir, sessizce yere inmişti. Cisim yüzeyinde daha önce fark edilemeyen metalik bir kapı açıldı ve Julio'nun "uzaysal" diye tanımladığı garip bir ışıkla aydınlatılan oda göründü. Işık son derece parlak ve saf olmasına rağmen yine de gözü rahatsız etmiyordu. Yine de Julio içeri girmeden önce biraz ürktüğünü itiraf etti. Ancak içeri ilk adımı attığında kendini 2.5 m genişlikte ve 3 m yüksekliğinde silindir biçiminde bir asansörde buldu. Duvarlar geminin dış yüzeyi gibi aynı maddeden yapılmıştı. Tavan cam ya da düzgün yüzeyli parlak plastiğe benziyordu ve çok parlaktı.

Bir ara Julio, köpeği Mus'un kendisini izlemek istemediğini fark etti. Genelde söz dinleyen bir köpek olmasına rağmen, bu defa onu tasmasından çekerek getirmek zorunda kalmıştı. Asansör hızlı ve yumuşak bir biçimde yükseldi, durdu. Kapı açıldı. Julio kendisini asansörle aynı boyutlara sahip bir koridorda buldu. Yaklaşık 8 m uzunluktaki koridoru geçtiler ve sonuna geldiklerinde geminin tüm çevresini kuşattığı belli olan dairesel biçimli başka bir koridor görüldü. Az ötede iki kapı vardı. Ancak garip olan, her iki kapı üzerinde de, menteşe ve kapı tokmağı benzeri şeylerin olmamasıydı. Geminin en büyük ortak özelliği ise, hiç bir yerde keskin ve sivri köşelerin bulunmamasıydı... Yapı tümüyle dairesel kıvrımlardan oluşuyordu...

Koridorda ilerlemeye devam ederken, Julio, kendince havuz merdivenine benzeyen basamakları fark etti. Ancak bu son derece basit merdiven onu şaşırtmıştı. Bu denli ileri teknolojiye sahip bir uygarlığın dört metrelik farkı ortadan kaldırmak için, bu türlü bir merdiven kullanmasına anlam veremiyordu. Julio merdivenden yukarı tırmanırken, merdiven trabzanlarının inanılmaz derecede soğuk olduğunu ve soğuğun kemiklerine kadar işlediğini hissetti. Sol omzunda tüfeğini taşırken, sağ koluyla da köpeği Mus'u yukarı tutuyordu. Merdivenle çıktığı yer ise kontrol odasıydı.

Bilgisayar benzeri panelin ardında oturan üçüncü yabancı, Julio'yu karşılarken korkmamasını ve her şeyin yolunda gideceğini söyledi. Odada Julio'nun dikkatini ilk çeken şey ışıklandırmaydı. Hiç bir yere gölge düşmüyordu. Burası karanlığın var olmadığı beyaz, saf ve geçirgen bir dünyaydı. Dahası insanda mistik ve dinsel etki de bırakıyordu. Böyle bir saflık içinde sanki kimse kötü düşünceleri barındıramazdı. Julio'ya huzur ve barış etkisi vermişti...

Kontrol odası yarım daire biçimindeydi. Çapı 15, yüksekliği 5 metre kadardı. Plastik ya da camla kaplı duvarların arasında Julio, kendini ışığın içinde yüzer gibi hissediyordu. Gemideki yabancıların ses çıkartmadan ve yumuşak hareketlerle yürümesini, Julio giydikleri özel ayakkabılarla bağdaştırdı. Çünkü hem kendi ayak seslerini, hem de köpeğinin tırnakları yere değerken çıkarttığı sesi gayet net duyabiliyordu.

Sağ tarafta geniş kontrol masası vardı. Alıştığımız masalara benzemesinin yanında, elektronik orgu da hatırlatıyordu. İki buçuk metre uzunluğunda kadar olmalıydı. Üzerinde şeffaf, cam ekran ve metal bölmeler vardı. Salonda ilkinden daha küçük üç masa daha bulunuyordu. En garibi de masaların önünde bulunan sandalyelerdi... Yüksek ve konik biçimdeydiler. Sivri uçlarıyla yere, sadece tek nokta üzerinde dayanıyorlardı. Julio hem bu ziyaretinde, hem de daha sonra, sandalyelerin nasıl dengede durabildiklerini anlayamadı...

Arka tarafta duvarın üzerinde 4x4 m boyutlarında büyük bir ekran daha vardı. Ve son olarak Julio uzun masa ve yanında bulunan küçük ekranı daha gördü. Daha sonra bu masanın tıbbi operasyonlar için kullanıldığın öğrenecekti...

Köpeği kontrol odasına girdikten sonra dikkatle çevreyi, masa ve sandalyeleri koklamaya başladı. Etrafta hala o kuvvetli çam kokusu duyuluyordu... "Yabancılar" bir hayvana pek de alışkın değilmiş gibi davranıyorlardı.

Bir süre sonra köpeği incelemek için izin istediler. Julio köpeğe zarar vermeyeceklerini biliyordu ve karşı çıkmadı. Hep birlikte ameliyat masasına yöneldiler. "Yabancılar"ın en uzun boylu olanı, Mus'u kucakladı ve masaya çıkartarak siyah ekranın diğer tarafına oturttu. Ekranda herhangi bir görüntü belirmemişti ama Julio köpeği incelediklerini anlıyordu. Daha sonra uzun boylu ziyaretçi, köpeği yeniden ekranın ön tarafına getirdi. Bir şırınga yardımıyla hayvanın ön ayağından kan aldı. Şırınga metalik görünümlü, geniş ancak pek fazla uzun değildi. Yaklaşık 10 cc'lik kapasitesi var gibiydi. Ucundaki iğne uzun ve inceydi. Büyük ustalıkla işini bitirdikten sonra şırıngayı metalik bir başka silindir kutuya yerleştirdi ve bu defa telepatik olarak Julio'ya seslendi:

"Madem ki buradasın sen de gel..." diyordu ona. Asıl amacının köpeği incelemek olduğu da belliydi. Julio da ekranın diğer yanma geçti. Bir kaç saniye sonra incelemenin bittiğini söylediler.

Yeniden kontrol masasına döndüklerinde, adamlar Julio'nun iskemlelerden birine oturmasını istediler. Julio bu daveti kabul ederken son derece dikkatli davrandı çünkü tek bir uç üzerinde dengede duran sandalyelerin kendisini taşıyacağına pek güvenmiyordu. Ancak sonuç düşündüğünün tam tersine mükemmeldi ve oturduğu yer bir hayli rahattı.

Sağ tarafındaki masaya "ziyaretçiler"den biri oturdu ve hemen çalışmaya başladı. Adam büyük bir ustalıkla masa üzerindeki devre ve kontrol düğmeleriyle ilgilenmeye başlamıştı. Kısa süre sonra aralıklı çalan sinyal sesi, adamlar arasında hareketlenmeye yol açtı. O ana kadar ameliyat masasının yanında kalan en uzunları, diğer kontrol masalarından birine gidip oturdu. Üçü de kendi ekranlarıyla ilgileniyorlardı.

Tıpkı her yana yayılan ışık gibi, ses de geminin bütün bölmelerinden eşit derecede geliyordu. Sinyal sesinin ardından büyük ve karanlık görünen ekran yavaşça beyaza dönmeye başladı. Sonra da ekranda görüntü belirdi. Diğer üçüne benzeyen ancak onlardan yaşça daha büyük bir erkeğin görüntüsüydü bu...

Kendi aralarında konuşmaya başladılar... Julio bu noktadan itibaren telepatik iletişimi kestiklerini belirtiyordu. Konuşma iki ya da üç dakika kadar sürdü. Ekrandaki adamın şef olduğu her halinden belliydi. Altmış yaşlarında gösteriyordu. Yüzünde o yaşta bir insanda sıkça görülebilecek çizgi ve kırışıklıklar vardı. Kullandıkları lisan ise, Almanca ile Çince'nin karışımı gibiydi. Bu insanlar kelimeleri sanki öksürür gibi ağızlarından dışarı saçarak konuşuyorlardı. Uzak doğu sporcularının haykırışlarını hatırlatıyordu. Yeni cümleye başlarken zorluk çekiyorlar ve konuşma öncesinde boğazlarından garip sesler çıkartıyorlardı.

Daha sonra Julio'ya uygulanan ipnoz seanslarında, yaşadıklarını anlatırken bu sesler arasında "kas", "erres", "pes" gibi kuvvede vurgulanan hecelerin olduğunu söylemişti. Az sonra ekranda patronun görüntüsü kayboldu ve Julio yeniden diğer "yabancılarla" telepatik temasa girdi. Ancak "yabancılar" aniden deli gibi kontrol panelindeki düğmelere basmaya ve hızlı bir çalışma temposuna dönmüşlerdi. Sonra birden, Julio kendi kafasının içinde çınlayan bir ıslık sesi duydu ve bu sesle birlikte anılarında kopukluklar başladı...

Yani bu yaşadıkları, hafızasından "yabancılar" tarafından silinmeye başlamıştı... Pekçok kaçırılma vakasında görülen ortak özellikti bu... Kayıp zaman diliminde, Julio'ya "yabancılar" tarafından bir dizi tıbbi inceleme yapılmış olabilir. Fakat bunu kesin olarak bilemiyoruz... Ancak ipnoz seanslarında bu ana geri dönüldüğünde, her seferinde Julio'nun kalp atışları dakikada 120'ye kadar çıkıyordu. Ne var ki Julio o anı ipnoz altında bile hatırlayamamıştır...

Julio'nun gemi içinde yaşadığı ilginç deneyimin diğer bölümü ise, "yabancılar"dan birinin, av tüfeğini merak edip ne işe yaradığım sormasıyla başlıyordu. Julio tüfek olduğu cevabını verdi. Ne işe yaradığım sordular. Hayvanları avlamak için olduğunu öğrendiklerinde ise, bunun vahşet olduğunu belirterek durumdan hiç hoşlanmadıklarım açıkça gösterdiler. Tüfek elden ele dolaşırken, dünya insanının ne tuhaf şeyler yaptıklarını düşündükleri belliydi... Julio tüfekteki mermileri çıkartıp adamlara gösterdi. En uzunları incelemek amacıyla mermilerden ikisini alarak yine silindir biçimli saklama kutusuna yerleştirdi.

Julio normal yaşamında sigara tiryakisiydi. Ancak gemiye geldiği iki saatten bu yana sigara içmemişti ve birden ihtiyaç duyduğunu hissetti. Kendisi için sigara yakarken alışkanlığı üzere yabancılara da ikram etti. Ancak onlar ciddi bir hareketle bu isteği geri çevirdiler.

Dünya toplumunun nasıl bir yapıya sahip olduğunu da sordular. Julio onlara iki farklı ideolojinin bulunduğunu ve kendi hükümetlerinin nasıl çalıştığımı anlattı. Daha sonra "yabancılar", kibar şekilde görüşmenin sona erdiğini ve gidebileceğini söylediler. Julio köpeğini ve av tüfeğini alarak geldiği yoldan geriye döndü... Arabasını bıraktığı yerde buldu. Motor, ışıklar, radyo kusursuz şekilde çalışıyordu... Bir süre için, arabanın içinde uyuya kalıp rüya gördüğünü bile düşündü... Çekinerek geminin bulunduğu yere yeniden bakmak istedi ama artık uzay gemisi yerinde değildi. Saat on ikiye kadar araba radyosunu dinleyerek öylece oturdu...

Ava çıkarken cebinde sakladığı beş mermiden şimdi sadece üçü vardı. Köpeği Mus'un kan alınan patisini inceledi, tüylere biraz kan bulaşmıştı... Bu olaydan sonra Julio Fernandez, İspanya'da uzman ve deneyimli araştırmacılar tarafından sayısız ipnoz seansından geçirildi... Aktardıklarının tümü ipnoz altındayken hatırlayabildiği anılarından oluşuyordu.

Yıllar sonra, 1992'de garip deneyimini yaşadığı yere çok yakın bir noktada, trafik kazasında öldü. Otopsi raporuna göre ise kaza olduğu sırada Julio çoktan ölmüştü...
Kullanıcı avatarı
Siyabend
Belawela Muhtarı
Belawela Muhtarı
Mesajlar:19658
Kayıt:15 Eki 2006 12:05
Ruh Hali:Mutlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Kova
Takım:Galatasaray

Kaçırılma Raporu 9

Mesaj gönderen Siyabend » 25 Ara 2007 15:14

1982 ve öncesi ABD

Tüm önlemlere rağmen...

Jennifer kendisini sık sık ziyarete gelen "varlıklar" tarafından henüz 6 yaşında bir çocukken kaçırılmaya başladığını hatırlıyordu... Çocukluk yıllarında kendisini korumu içgüdüsüyle, yatağının altında, giysi dolabının içinde uyumaya başlamıştı. Ya da gece boyunca küçük lambasını açık bırakıyordu.

Evlenip bir kız çocuğu sahibi olduktan sonra ise, yaşadığı evi çok sıkı kilitler ve bahçedeki saldırgan köpekle korumayı tercih etti. Kızının birileri tarafından götürüleceği endişesinden kurtulamıyordu. 1982 yılında bir gün kızı kayboldu. Jennifer evi ve çevreyi iyice aradığı halde kızını bulamadı. Çaresiz halde ne yapacağım düşünürken 15 dakika sonra küçük kız gizemli şekilde ortaya çıktı. Sürekli ağlıyor ve odasında canavarların olduğunu söylüyordu!...
Kullanıcı avatarı
Siyabend
Belawela Muhtarı
Belawela Muhtarı
Mesajlar:19658
Kayıt:15 Eki 2006 12:05
Ruh Hali:Mutlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Kova
Takım:Galatasaray

Kaçırılma Raporu 10

Mesaj gönderen Siyabend » 25 Ara 2007 15:17

1990'1ı yıllar ABD

İpnozla ortaya çıkan bir başka gerçek...

Susan uzun zamandır uykusunda devam eden kabuslardan şikayetçiydi. Ancak uyandığında tam olarak ne gördüğünü hatırlamıyordu. John Mack'ten yardım istedi ve ipnoz seanslarına başladılar. Geriye gidiş seansları sonunda, Susan'ın "Gri Varlıklar" tarafından kaçırıldığı ortaya çıktı...

Gemide düz bir yere yatırıldığını, yapılan jinekolojik muayeneyi ve içine yerleştirilen minik tüpü çok iyi hatırlıyordu. Bir başka ziyarette kendisine iki çocuk Gri varlık gösterildi. Solgun tenli varlıklar Susan'a: "Sen bizim annemizsin..." dediler...
Cevapla

“Ufoloji” sayfasına dön