Yılmaz Güney

Cevapla
Kullanıcı avatarı
Siyabend
Belawela Muhtarı
Belawela Muhtarı
Mesajlar:19658
Kayıt:15 Eki 2006 12:05
Ruh Hali:Mutlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Kova
Takım:Galatasaray
Yılmaz Güney

Mesaj gönderen Siyabend » 09 Nis 2008 22:22

Yılmaz Güney, 1937 yılında Adana’da yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Asıl adı Yılmaz Hamitoğlu Pütün olan Güney, 7 yaşına kadar mutlu bir çocukluk geçirir. Bu tarihten sonra babasının ikinci karısını almasıyla bu mutluluğa gölge düşmeye başladıysa da, Güney, ilerde bu yılları sanatçılığını borçlu olduğu yıllar olarak anacaktır.

Annesının söylediği Kürtçe şarkılar ve masallar ile babasının çaldığı saz, onu derinden etkilemiştir bu yıllarda. İlkokulu iki ayrı yerde okuyan Güney, ortaokul ve lise yıllarında, gazete ve gazoz satıcılığı, pamuk işçiliği, ırgatlara suculuk, arabacılık, çıraklık gibi bir sürü işe girip çıkarak harçlığını çıkarır. Bu işler, ona aynı zamanda engin bir hayat tecrübesi kazandırır.

Yıllar sonra çocukluğuna ilişkin şunları söyleyecektir Güney: “Sınıfsal farklılığın ne olduğunu ilk kez zengin çocuklarıyla oynarken fark etmiştim. Annem, yazın babamla birlikte tarlalarda ırgatlık eder, kışınsa hizmetçilik yapardı. Bazen çalıştığı evlerden yemek artıkları getirirdi. Lezzetli şeylerdi bunlar. Ama bir süre sonra bunların artık yemekler olduğunu anladık. Bu yemekleri her yiyişimizde alçaldığımızı, aşağılandığımızı duyumsardık.”

Hayatına yön verecek olan sinemayla ilk tanışıklığı ise, 14 yaşındayken, film dağıtım şirketlerinde çalışmasıyla başlar. İkinci eşi Nebahat Çehre, o yılların Yılmaz’ını şöyle anlatıyor: "İzlediği filmlerden sonra notlar tuttuğunu anlatırdı. ‘Ayhan Işık’ın şu filminde seyirci şu sahnelerde alkışladı’ gibi.”

Sosyalizmle tanışması ise 17 yaşında Nazım Hikmet’in bir şiiriyle olur: “O an içime düşen ateşin adını ve hangi sınıfın adamı olduğumu öğrendim. Köylüydüm ben ve kurtuluşum ancak sınıfımın kurtuluşuyla mümkündü.”

Sinema tutkusu, dünya görüşüyle de pekişince, Güney’i iyiden iyiye bir okuma, öğrenme tutkusu sarar. Dünya klasiklerinin o zamana kadar çevrilmiş olanlarının tümünü okur. Edebiyata olan ilgisi, zamanla onu çeşitli edebiyat dergilerine öykü ve şiirlerini göndermeye sevkeder.

Muhalif sanat yapmanın bedeliyle ise ilk olarak, 1956’da yazdığı “Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri” adlı hikayesinden dolayı hapse girmesiyle tanışır. Aynı yıl Güney, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girse de, çalışıp ailesini geçindirmek zorunda oluşu, fakülteye sadece iki ay gidebilmesine olanak tanır.

Birkaç yıl seyyar sinema şirketi Dar Film’de çalışır, film gösterimlerindeki şirket payını toplamak içinse doğu ve güneydoğudaki birçok ili gezme olanağı bulur. 1961 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne giren Güney, tutuklanınca bir kez daha öğrenimine ara vermek zorunda kalır ve kendi deyişiyle o tarihten sonraki öğrenimini “hayat üniversitesinde” tamamlar.

Onat Kutlar, Yaşar Kemal, Tuncel Kurtiz gibi pek çok isimle kalıcı dostlukların temellerinin atıldığı İstanbul’daki bu yıllarda, Güney’in sinemadaki ilk deneyimleri çeşitli filmlerde küçük roller alarak, zamanla yönetmen yardımcılığı, senaristlik yaparak oluşur. Kısa sürede ‘yiğit’, ‘harbi delikanlı’ rolleriyle, Türk Sineması'nda ilk kez İstanbul dışındaki seyircinin kendinden bir şeyler bulduğu bir karakter çizen Güney ‘Çirkin Kral’ lakabıyla halkın sevgilisi haline gelir.

1970’li yıllarla birlikte, Güney’in toplumsal gerçekçi film serüveni başlamıştır. önce “Umut”, “Arkadaş”, “Sürü”, “Yol”, “Duvar” derken, Türk Sineması'nda ilk kez, Anadolu gerçeğini ele alıp, yurt sorunlarına politik bir pencereden bakan bir sinemacı olarak ayrı bir yer edinir.

12 Eylül koşullarında Fransa’ya iltica etmek zorunda kalır. 1982 yılında Cannes Film Festivali’nde "Yol" filmiyle altın palmiye ödülünü kazanıp Türk Sineması'nın sesini tüm dünyaya duyurur. 47 yaşında, hayatının 12 senesi hapislerde geçmiş devrimci bir sinemacı olarak ölür.


Cevapla

“Şair ve Yazarlar” sayfasına dön