Mit ve "ben" (Ece Temelkuran)

Beğendiğiniz veya eleştirdiğiniz yazılar
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Siyabend
Belawela Muhtarı
Belawela Muhtarı
Mesajlar:19658
Kayıt:15 Eki 2006 12:05
Ruh Hali:Mutlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Kova
Takım:Galatasaray
Mit ve "ben" (Ece Temelkuran)

Mesaj gönderen Siyabend » 19 Oca 2007 22:05

Kullandığımız sözcüklerin bulunduğumuz tarafı kodlayan işaretler olduğu, bazı sözcüklerin de suç sayıldığı düşünülürse bu memlekette çatışan tarafların konuşması ekseriyetle mümkün değildir.
Baştan bir uzlaşma hedefiyle yapılan konuşmalar ise zaten ya tarafların sözlerini eksiltir ya da sonunda varılan uzlaşmayı kurgu kılar. Çünkü hakiki bir konuşmanın tek hedefi, taraflar arasında, çatışmayı ve uzlaşmayı aynı anda barındıran bir hayat kıvamı yaratmak, icat etmek, üretmektir.
Son aylarda, İstanbul'da, Kürt ve Türk arkadaşlarla, "Aydınlar toplanıyor", "Aydınlar Kürt sorununu ha çözdü ha çözecek" gibi havalı başlıklar altında bir dizi toplantı yaptık. Bu toplantılar boyunca kendime ve katılımcılara şu soruyu sordum:
"Biz hakikaten konuşuyor muyuz?"
Eğer kahve aralarında daha rahat ve daha çok konuşuyorsak o toplantılar esnasında neyi eksik bırakıyoruz?
Kürt ve Türk halkları arasında barış, uzlaşma, diyalog çağrıları yapılan bu toplantılarda biz ne kadar barışıyoruz, ne kadar eşit hissediyoruz, ne kadar "diyalog" kuruyoruz aslında?
Bu "sakıncalı" toplantılara katılırken muktedirin gazabından korkmadığımıza göre neyden korkup da eksiltiyoruz cümlelerimizi?
Niye kimse aslında ne düşündüğünü, ne istediğini ve en önemlisi ne hissettiğini şöyle ferah ferah anlatamıyor?
Biz bunu yapamıyorsak (her ne demekse "aydınlar" olarak) sokaklara "Konuşun barışın!" çağrısını yapmaya yüzümüz var mı?
Eğer biz konuşmak için yeni bir dil bulamıyorsak her gün bu halka TV'lerden, gazetelerden ezberlettirilen savaş dilini tam ortasından çatlatacak barış dilini nasıl sunabiliriz?

Sokak sevmiyor
Artık ne Türk aydınları ve siyasetçileri ne de Kürt aydınları ve siyasetçileri eskisi kadar sokağı temsil ediyor. Sokak bizden sıkıldı. Artık sokağın öfkesi bizim sözümüzden daha güçlü.
Bu yüzden hepimiz kendimiz adına konuşmalıyız artık. Cümlelerimize "ben" diye başlayıp Kürt meselesiyle ilgili ne hissettiğimizi anlatmalıyız. Öfkemizi, kızgınlığımızı, efkârımızı, özlemimizi ortaya koymalıyız. Yeni bir dil icat etmeliyiz. Bu yeni dilin çok güçlü, çok kalbe değen sözcükleri olmalı.
Sorulara verdiğimiz cevaplar "Ey Aydın! Bugün Kürt meselesi için ne yaptın?" sorusuna verilmiş yasak savan, ezberden olmamalı. Bu mesele bizim kalbimize nereden değiyorsa sözümüz oradan gelmeli. Çünkü sokak, hiçbir şeyi anlamasa samimiyeti anlar. Hep anlamıştır. Samimi ve açık olma cesaretini gösterirsek sokakları yeniden söze ve barışa inandırabiliriz. İktidar erkek ve orta yaşlı ise biz genç ve kadın dilini kullanmayı becermeliyiz Kürt meselesini konuşurken.

İkindi dili
Tamam, bildiriler yayımlayalım, altına imzalar çakalım. Ama bir yandan da bu işin bu "yüksek siyaset diliyle" çözülmeyeceğini anlayalım. Biz, Şehrazat diline doğru yürüyelim. Celladını hayranlıktan felç eden o büyülü dile doğru.
Biz bu topraklar için gülen ve ağlayan bir dil kurabiliriz. Meselelerimizi, kahramanların teneke madalyalar aldığı, ölenlerin yeni ölüleri çağırdığı savaşın diliyle değil, barışın "ikindi diliyle" çözmeliyiz. Çünkü sabahları tarifsiz kötümser oluyoruz biz. Geceleri ise masalarda derin kardeşliğimize hayret ediyoruz, coşkulu bir mutlulukla. İkisi de işe yaramıyor. Tam ortası lazım bize, ikindide bir bilinç ve bir dil!
Bunları anlattım "Türkiye Barışını Arıyor" toplantısının açılışında. Dün ise Belma Akçura'nın yaptığı röportajda emekli MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, ki kendisi 1989'da MİT Diyarbakır Bölge Başkanı idi, "ortak bir dil" bulmak gerektiğini anlatıyordu. Ve benim kafamda, gerçeği gören herkesin hakikaten konuşmaya başladığına dair bir ışık yanıyordu.


Cevapla

“Köşe Yazıları” sayfasına dön