"Bizi Askerî Harcama Fakirleştiriyor"

Ünlülerle yapılmış röportajlar
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Siyabend
Belawela Muhtarı
Belawela Muhtarı
Mesajlar:19658
Kayıt:15 Eki 2006 12:05
Ruh Hali:Mutlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Kova
Takım:Galatasaray
"Bizi Askerî Harcama Fakirleştiriyor"

Mesaj gönderen Siyabend » 18 Ara 2008 23:41

“Ekonominin krizden çıkışı üç siyasi sorunun çözümüne bağlı. Çünkü para Ege, Kıbrıs ve Kürt sorunu için savunmaya gidiyor. Bu üç sorun çözülürse savunma harcamaları azalır.”

“Siyasi reform yapılmadıkça ekonomik reforma para kalmayacak. Ekonomi büyüyemeyecek. Büyümeyince işsizlik bitmeyecek. Bu Türkiye’yi çürütecek. AKP savunma harcamalarını kıssın.”

“AKP siyasi reformların yapılmaması için orduyla uzlaştı. Türkiye yol ayırımına gidiyor. Bir yanda AB ve demokratikleşmiş Türkiye, diğer yanda da Asyalaşmış otoriter Türkiye var.”


***

NEDEN? SEYFETTİN GÜRSEL
Dünya ciddi bir ekonomik kriz yaşıyor. Başbakan Tayyip Erdoğan her ne kadar bu küresel krizin bize “teğet geçeceğini” söylese de pek öyle olmadı. Dünyadaki diğer ülkeler gibi Türkiye de krizi derinden hissetmeye başladı. Vatandaşın tüketimi bıçak gibi kesildi, ihracat düştü, yatırımlar durdu, işten çıkarmalar hızlandı, herkesi işsiz kalırım korkusu sardı. Bu krizle birlikte bütün ülkeler yeni mali politikalar hazırlarken, Türkiye’nin de krize karşı yeni çözümler üretmesi gerekiyor. Şu sıralar IMF, Türkiye’yle yeni bir anlaşma yapmak için şartlar ileri sürüyor. IMF ile anlaşmalı mıyız? Onun çözüm önerileri işleri daha mı iyi yoksa daha mı kötü yapar? Türkiye’nin en acıtıcı ekonomik sorunu işsizlik, ne olacak? Artan işsizliğe bir çare bulunabilir mi? Önümüzdeki yıl ekonomide neler yaşanacak? Dünyada bu kriz ne zaman biter? Türkiye’de kriz dünyadaki krizle birlikte mi bitecek? Türkiye bu krizden siyasi olarak nasıl etkilenecek, hangi siyasi sonuçlar yaşanacak? Bütün bunları Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi, ekonomi profesörü Seyfettin Gürsel’e sorduk. Prof. Gürsel’in hem iyi hem de kötü haberleri olduğunu gördük.

***

NEŞE DÜZEL: Biz sık sık ekonomik kriz yaşamaya alışkın bir ülkeyiz. Şimdi gene kriz var. Ama bu kez kriz bizden kaynaklanmadı. Dünya krize girdi ve biz de ondan etkilendik. Hangisi daha tehlikeli? Kendi krizini yaşamak mı yoksa başkalarının krizinin etkisinde kalmak mı?

SEYFETTİN GÜRSEL: Kendi krizini yaşamak daha tehlikeli. Türkiye ekonomisi 2001’de kendi krizini yaşadı. Bugünkü ise dışarıdan geldi. Bugün yaşanan küresel krizin boyutları 2001’deki kadar vahim olmayacak. Türkiye ekonomisi 2001’deki kadar küçülmeyecek. Döviz kurundaki artış 2001’deki gibi olmayacak. IMF’yle anlaşma yapılırsa ekonomi kontrol altında tutulacak. Ama şu da var tabii. Biz 2001’de krizden hızlı çıkabilmiştik.

Şimdi ekonomik krizden çabuk çıkamayacak mıyız?

Bu krizden çıkmak daha uzun zaman alabilir. Çünkü 2001’de biz o büyük krizi yaşarken dünyada kriz yoktu. Şimdi ise dünyada çok büyük bir kriz var. Ayrıca bu küresel kriz bizi Türkiye’de işler harika giderken vurmadı. Türkiye’de sorunlar zaten birikmişti. Dünyadaki krizden çok önce bizim ekonomi düşük büyüme içine girmişti. Ama gene de bugünkü ekonomik kriz siyasi sonuçlar açısından 2001’e göre farklı sonuçlar yaratacak.

2001 krizinde yaşanmamış hangi siyasi sonuçlar yaşanacak?

AKP Hükümeti’nin kendisini savunabilmesi açısından krizin dışarıda çıkmış olması önemli. Dışarıdan kaynaklanan bir kriz, içeride çıkan bir krizden daha az etkiler siyasi iktidarı. Eğer bugün yaşadığımız ekonomik kriz bütünüyle AKP’nin yanlış politikalarından ötürü ortaya çıkmış olsaydı, seçmen AKP’yi tasfiye ederdi. 2001 krizini hatırlayın. O dönemin koalisyon hükümetinin ortaklarından DSP ve ANAP 2002 seçimlerinde yok oldular. MHP ise hâlâ o krizin sorumluluğunu taşıyor.

Başbakan, “bu kriz bize teğet geçecek” dedi. Teğet geçecek mi gerçekten? Yoksa biz bu krizi ciddi biçimde hissedecek miyiz?

Bu krizin bize teğet geçmeyeceği artık çok açık. Zaten Başbakan da “bize bir şey olmaz” noktasından “bize biraz bir şey olur” noktasına geldi. “Biz bu krizi en hafif atlatan ülke olacağız” diyor şimdi. Bu da doğru değil. Biz bu krizi hafif atlatmayacağız. Mesela Çin ve Hindistan bu krizi bizden çok daha hafif atlatacak. Çin yüzde 6 büyüyecek. Biz 2009’un ilk yarısında küçüleceğiz.

Başbakanın güvenli konuşmasının nedenleri var aslında. Bütçemizde fazla açık yok. Bankalarımızın sermayesi sağlam. Borç yükümüz düşük. Bu olumlu şartlar krizi hafif atlatmamıza yardımcı olmaz mı?

Yardımcı olmaz. Bazı iktisatçılar, ABD ve AB ülkeleri piyasalarda durgunluğu gidermek için kamu harcamalarını arttırıyorlar. “Neden biz de böyle Keynesçi politikalar uygulamıyoruz?” diye bastırıyorlar. Ben buna karşıyım. Eğer bütçe açığını yüzde 3-4’lere çıkarırsak Türkiye’nin borcu tekrar büyüyebilir. O zaman da döviz kuru daha da hızlı artar ve enflasyon yükselir. Sonuçta, ekonomide durgunluğu sınırlayacağım derken ekonomideki krizi daha da derinleştirirsiniz. IMF bunun farkında!

Şu anda IMF ile görüşüyoruz. Başbakan “ümüğümüzü sıktırmayız” diyor. Çünkü IMF harcamaları azaltmak istiyor. Anlaşırsak 20 milyar dolar para alacağız. Sizce IMF ile anlaşmalı mıyız?

Başbakan IMF’yi, Türkiye’nin düşmanı melun bir teşkilat gibi gösterdi. Oysa AKP iktidara geldiğinden beri ekonomiyi IMF’yle beraber yönetti. Bu ülkenin ekonomisi altı yıldır IMF anlaşması altında. Ne oldu da birden bire IMF senin ümüğünü sıkar hale geldi? Bu kabul edilebilir bir söylem değil. Hükümet IMF’yle anlaşmak zorunda.

Niye?

Türkiye’nin 2009 yılında 50 milyar dolarlık finansmana ihtiyacı var. 20 milyar doları IMF’den gelecek. Kalan 30 milyar doları dünyada bulmanın yolu da IMF’yle anlaşmaktan geçiyor. Anlaşmamanın bedeli büyük olur. Döviz kurları çok artar, hem de ekonomi çok küçülür. Küresel krizin Türkiye’yi etkileyeceği baştan beri belliydi. Gerçi Türkiye ekonomisi, 2006 mayısından beri düşük büyüme sürecine girmişti, işsizlik artmaya başlamıştı ama küresel krizle birlikte durum daha da kötüleşti.

Şu anda ekonomi krizde mi?

Krizde tabii. Hükümet küresel krizi hafife almakla hata etti. IMF’yle anlaşmakta ve önlemler almakta çok gecikti. Bugün yılın üçüncü çeyreğiyle ilgili rakamlar açıklanacak. 2008’in haziran-temmuz ve ağustos dönemiyle ilgili çok düşük bir büyüme rakamı çıkacak. 2009’un ikinci yarısına kadar da ekonomi küçülecek. Bu, Türkiye ekonomisi durgunluğa, resesyona girdi demektir.

Amerika ve AB ülkeleri kamu harcamalarını arttırarak krizi atlatmaya çalışırken IMF’nin bize “harcamaları durdurun” demesi doğru mu?

Doğru. Çünkü gelişmiş ülkelerin ekonomileriyle Türkiye’yi karşılaştırmamak lazım. Onlar uzun yıllardır fiyat istikrarı yaşıyor. Enflasyon tehdidi yok onlarda. Aksine şu anda Amerika’da ve AB ülkelerinde fiyat düzeyinin eksiye düşmesi yani ‘deflasyon’ tehlikesi var. Bizde ise enflasyonun daha da artması tehlikesi var. Amerika ve AB ülkeleri para politikalarını işte bu şartlarda gevşetebildiler, yüksek bütçe açıklarını göze alabildiler ama enflasyonu yüzde 11 olan Türkiye bunu göze alamaz.

Alırsa ne olur?

O zaman enflasyonda ipin ucunu kaçırırız, 1990’lara geri döneriz. Enflasyonla mücadelede havlu atarız. Türkiye enflasyonla mücadeleden vazgeçemez. Hükümetin IMF’yle anlaşmazlığı da bu noktada ortaya çıkıyor zaten.

Anlaşmazlık tam olarak hangi konuda çıkıyor?

IMF, Hükümet’e, “senin yüzde 4’lük büyümeye göre yaptığın 2009 bütçesi gerçekçi değil. Vergi gelirlerin gerçeği yansıtmıyor. Bütçe açığını daha da artırmamak için harcamalarını kıs” diyor.

IMF hangi kamu harcamalarının kısılmasını istiyor?

Hükümet’e, “Nereden kısacağına da sen karar ver” diyor. Nereden kısıntı yapılacağı, IMF’nin sorunu değil ki. AKP Hükümeti kısabiliyorsa, savunma harcamalarından kıssın. Kısabiliyor mu? Kısamıyor. Fındık parasından kıssın. Onu da kısmıyor. Kamu harcamalarında toplam 10 milyar YTL’lik bir kısıntıya gidilecek. Bu kısıntıya da ümüğümüzü sıkmak diye bakılamaz.

IMF’nin dediğini yaparsak harcamalar kontrol altına girecek ama işsizlik patlayacak. İşsizlik sorununu IMF reçetelerini uygulayarak aşmak mümkün olabilir mi?

Hayır olamaz. Ama işsizlik sorununu da kriz döneminde çözemezsiniz. Türkiye’de işsizlik artıyor ve artmaya devam edecek. Türkiye’nin işsizlik sorunu 2009 yılında patlayacak. Önümüzdeki yıl Türkiye ekonomisi en iyi ihtimalle yüzde iki büyüyecek. 2009’un ilk yarısında küçülme, ikinci yarısında da çok düşük bir pozitif büyüme olacak. Bu koşullarda işsizlik yüzde 16’ya sıçrayacak ve tarihî bir rekor kıracak.

Bugün işsiz sayısı nedir?

2007’de tarım dışı işsiz sayısı 2 milyon 300 bin dolayındaydı. Bu, yüzde 12,6’lık bir işsizlik oranı demekti. Henüz resmen açıklanmadı ama, benim hesaplamalarıma göre, 2008’de bu oran yüzde 13 oldu. Yani tarım dışı işsiz sayısı 200 bin civarında artarak iki buçuk milyona ulaştı. Bu ciddi bir artıştır. Ve bu, 2002 yılından beri işsizlikte yaşanan ilk artıştır. Üstelik artış 2009’da da sürecek. Tarım kesiminde işsizliğin artık yok denecek kadar az olduğu düşünülürse, verdiğim rakamlar Türkiye’nin toplam işsizlik rakamlarıdır. Türkiye ekonomisi 2009’da yüzde 1-2 büyüse bile, işsiz sayısı 500 bin daha artacak ve üç milyona fırlayacak.

Hangisine öncelik vermeliyiz, krizi önlemek için yatırımları durdurmaya mı yoksa işsizliğe mi?

Türkiye’de tarım dışı işgücü her yıl 500 binin üzerinde artıyor. Bunları istihdam edebilmek için Türkiye’nin her yıl yüzde 6 büyümesi gerekiyor ama... Türkiye’nin 2009’u yüzde 1-2 civarında pozitif bir büyümeyle atlatmasını sağlamak lazım. Bu, işsizliğin arttığı bir ekonomidir ama daha beteri de mümkündür... Eğer hata yapılırsa ekonomi eksi iki küçülebilir ve işsiz sayısına bir milyon daha eklenebilir.

İşsizlik zaten çok fazla. İşsiz oranının artması Türkiye’yi nasıl etkiler?

Patlayan işsizlik özellikle AKP iktidarını yıpratacak. AKP’nin durumu kendi lehine çevirebilmesi için 2009’un ikinci yarısından itibaren ekonomik ve siyasi reformları hızla yapması, kamu harcamalarının bileşimini mutlaka değiştirmesi gerekiyor. Kamu harcamalarıyla ilgili yeni bir araştırma yaptık.

Sonuç ne çıktı?

Bu araştırmaya göre, Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’la birlikte Avrupa’da göreli olarak en yüksek savunma harcaması olan üç ülkeden biri. Eğer AB’yle Türkiye’ye üyelik perspektifi verilmesi konusunda bir büyük anlaşma yapılır da, Yunanistan’la Ege ve Kıbrıs sorunları çözülürse... İçeride de Kürt sorunuyla ilgili çatışmalar biter ve barışçı sürece girilirse... Zaten savunma harcamaları doğal olarak azalır. Çünkü bu sorunların çözümü, hem Kıbrıs’ta artık 40 bin askeri beslemeyeceksiniz, hem Ege ordusu diye bir orduya artık ihtiyacınız kalmayacak hem de eskisi kadar silah, uçak, tank almayacaksınız demektir. Aslında...

Evet...

Aslında Türkiye ekonomisinin çıkışı büyük ölçüde bu üç siyasi sorunun çözümüne bağlı. Çünkü en büyük para savunmaya gidiyor. Bu sorunlarda barışçı sürece girilirse, savunma harcamaları azalır. Unutmayın, Türkiye’de ekonomi ancak altyapı, eğitim, sağlık gibi yapısal ekonomik reformlar yapılırsa büyür. Can acıtıcı işsizlik sorunu da ancak ve ancak ekonomi büyürse çözülür.

AKP bu siyasi sorunları çözmek istiyor mu sizce?

Bence AKP özellikle kapatma davasından sonra orduyla uzlaştı. Demokratik ve siyasi reformların yapılmamasında uzlaştı. Böylece sivil bir anayasa hazırlanmayacak, Kürt sorununda barışçıl bir siyasallaşmanın önü açılmayacak, silahlar susmayacak, laiklikte özgürlükçü açılım yapılmayacak. AKP’nin kapatılmaması ve iktidarının sürmesi karşılığında orduyla bu konularda uzlaşıldı. Ama bu uzlaşma sadece Türkiye’nin değil AKP’nin de aleyhine işleyecek.

Orduyla uzlaşma niye AKP’nin aleyhine olacak?

Çünkü ekonomik ve siyasi reformlar yapılmadıkça Türkiye büyüyemeyecek. Büyüyemeyince de işsizlik sorunuyla baş edemeyecek. Bu durum Türkiye’yi çürütecek. Birkaç yıl sürecek olan istikrarsızlık ve çalkantıdan sonra Türkiye bir yol ayırımına gelecek. Ya tekrar bir hamle yapıp AB yolunda ilerleyecek.

Ya da ne yapacak?

Ya da içine kapanıp, demokrasiden vazgeçecek ve milliyetçi-otoriter bir rejimle yönetilecek. İşte bugün yaşanan ekonomik kriz Türkiye’nin yol ayırımına gelmesini hızlandırıyor. Bir yanda AB ve demokratikleşmiş Türkiye, diğer yanda da Asyalaşmış otoriter Türkiye var. AB’den kopan bir Türkiye’nin komşularıyla ilişkisi kavgalı olacağı için, savunma harcamaları daha da artacak ve insanlar daha da yoksullaşacak. Milliyetçilerin, ulusalcıların istediği otoriter devletin getireceği ekonomi budur.

AKP orduyla anlaşarak otoriter yolu mu seçti sizce?

Bu büyük uzlaşma Türkiye’yi otoriter yola sokabilir. AKP’nin amacının bu olduğunu sanmıyorum ama bu yol AKP’yi çiğner geçer.

CHP’nin çarşaf açılımının AKP’nin orduyla uzlaşmasıyla bir ilgisi var mı sizce? AKP’den boşalan yeri CHP mi doldurmaya çalışıyor?

CHP’nin kendine bir çıkış yolu bulması lazım. Ya yüzde 20’lik dar alanına sıkışmayı kabullenecek. Ya da AKP’nin zayıflamasını fırsat bilerek, AB’yi destekleyen ve reform isteyen kesimlere açılım yapacak. Eğer CHP bu açılımı kendi aşırı laik ve Kemalist tabanını hırpalamadan yaparsa, oyunu yüzde 30’lara taşıyabilir. CHP böyle bir strateji mi izlemeye karar verdi, yoksa yerel seçimlerde oyu çok fazla düşmesin diye mi bir seçim taktiği uyguluyor henüz net değil. Ama biliyorsunuz CHP bugün yeni bir program arifesinde. Bu programdan neler çıkacağını göreceğiz.

Tekrar çok önemli bir sorun olan işsizliğe dönersek... İşsiz sayısının üç milyona çıkması ülkede sosyal çalkantılar yaratır mı?

Türkiye’de sosyal patlama yaşanmaz. Ama bunun siyasi sonuçları olur, AKP oy kaybeder. Eğer muhalefet alternatif olabilseydi AKP’nin üç buçuk ay sonraki yerel seçimlerde de oyu çok düşebilirdi ama CHP hâlâ ciddi bir alternatif program ortaya koyamadı. Krizle ilgili alınması gereken hiçbir önlem söylemedi. Böyle bir ekonomik kriz döneminde seçime gidiliyor ve muhalefetin ekonomiyle ilgili önerisi yok. Çarşaf açılımı yapmak işsizlerin karnını doyurmaz ki... CHP ekonomik krizle ilgili öneriler getirmek ve Türkiye’yi yönetebileceğine dair halkı ikna etmek zorunda. Sadece IMF’yle anlaşma yapılmasını eleştirmekle olmaz.

IMF ile anlaşma yapılması halinde 20 milyar dolar gelecek. Hükümet, bu 20 milyar doları nasıl kullanmalı, nereye harcamalı bu parayı?

Bu para döviz kurlarının kontrolü için kullanılmalı. Özel sektörün borcuna kullanılmamalı.

Bizde şirketler çok borçlu. Türkiye’nin 267 milyar dolarlık dış borçlarının 190 milyar doları özel sektöre ait. Özel sektör neye güvenerek bu kadar ağır yükün altına girdi?

Bu borcun önemli bölümü belki patronların kendi paraları. Bu patronlar, yurtdışında tuttukları paraları ve döviz mevduatlarını teminat olarak gösterip dışarıdan kredi alıyorlar.

Bizim özel sektör kendi kendine mi borçlandı yani?

Bütün borçlar öyle değil tabii. Ama Türk kapitalizminin de en büyük özelliği budur. Bizde firmalar yoksuldur, patronlar zengindir. Çünkü patronlar firmalarını soyarlar. Sonra da hortumladıkları paraları kendi firmalarına borç verirler. Hatta Türkiye koşullarında hileli iflas bile yapabilirsiniz, firmayı batırabilirsiniz. Sonra tekrar kendi paranızla yeni bir iş kurarsınız. Şimdi bu tür işadamlarının esas derdi, kriz bahanesiyle devletten destek almak.

Dünya bu krizden ne kadar zamanda çıkabilir sizce?

2010’da çıkmış olur. Türkiye de dünyadaki gelişmeye bağlı olarak 2010’da krizden çıkar. Zaten uluslararası kuruluşlar 2009’un ikinci yarısından itibaren küresel krizden çıkışın başlayacağını söylüyorlar. Açılan ekonomik paketler etkisini gösterecek ve krizden çıkılacak ama Batı ekonomilerinde hemen eski günlere dönülmeyecek. Yüksek büyüme oranları artık hayal oldu. Dünya ekonomisi uzun bir dönem yavaş büyüyecek. Türkiye de bu zor dönemden payını alacak. İnsanlar bugünkü küresel krizden korkmakta çok haklılar...

Neşe Düzel / TARAF


Cevapla

“Röportajlar” sayfasına dön