Rojin ve Mardin Korosu

Beğendiğiniz veya eleştirdiğiniz yazılar
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Siyabend
Belawela Muhtarı
Belawela Muhtarı
Mesajlar:19658
Kayıt:15 Eki 2006 12:05
Ruh Hali:Mutlu
Cinsiyet:Erkek
Burç:Kova
Takım:Galatasaray
Rojin ve Mardin Korosu

Mesaj gönderen Siyabend » 25 Haz 2009 17:11

“Korolar Çarpışıyor” diye bir program vardı Show Tv’de. Yedi şehirden yedi sanatçının kurup yönettiği yedi koro yedi hafta boyunca yarıştı. İzleyicilerin sms yoluyla oy kullandıkları yarışmanın finali 22 haziranda yapıldı. Toplanan paralarla, kazanan koronun adına yarıştığı şehirde bir okul yaptırılacak ve okula koroyu yöneten sanatçının adı verilecekti.

Programa katılanlar arasında “Mardin Korosu” da vardı. Bu koroyu Rojin oluşturdu ve yönetti. Programı, çeşitli kanallarda bir sürü benzeri yayınlanan yarışmadan farklı kılan ve sıradan bir magazin olayı olmaktan çıkaran da bu oldu.

Rojin ve Mardin Korosu, daha programın başında, Mardin’e ruhunu veren dört dilde; Kürtçe, Arapça, Türkçe ve Süryanicede türküler söyleyeceklerini açık ettiler; öyle de yaptılar. Finale kadar geldiler; yani yedi hafta boyunca ekranda kaldılar ve her programda Mardin’in o ruhuna ses oldular.

Mardin Korosu’nun güzel çocukları, alabildiğine doğaldılar; neşe ve güven vardı yüzlerinde, seslerinde. Sanki çok olağan bir şey yapıyorlarmış gibi söylediler türkülerini dört dilde; kadimliğin kucağında hareket eder gibi dans ettiler. Tıpkı hocaları Rojin gibi; tutkulu, asi ve vakur!

Oysa bu memleketin gerçekliğinde bu yaptıkları hiç de “normal” değildi. Esas mesele Kürtçeydi. Belki Kürtçe artık yasak ve tabu değildi. Ama zihinlerde bu serbestliğe de bir sınır çizilmişti; Kürtler ancak kendilerine tahsis edilen ve mümkünse sadece kendilerinin bulunduğu mekânlarda söylemeliydiler kendi türkülerini. Ya da meşhur bir sanatçının folklorik sunumundan öteye gitmemeliydi bu iş. Ana akım televizyon kanallarında, herkesin izlediği programlarda böylesine rahat boy göstermek, o sınırı aşmak demekti malum çevrelerin gözünde. Üstelik çok da etkileyiciydiler; bir büyü vardı sanki hallerinde. Yani çok kültürlülük algısını, hiç kimsenin yapamadığı kadar normalleştirebilirlerdi.

Tedirgin ettiler pek çok kişiyi. Stüdyoya da yansıdı bu tedirginlik. Önce “mağdurluk”larına vurgu yaptı yarışmacılardan bazıları; “insanlar onlara ve temsil ettikleri coğrafyaya acıdıkları için oy veriyorlar” demeye getirdiler. Ardından turistik eşya muamelesi geldi. “Bizim için bir renk, bir zenginliksiniz” dedi bazıları. Onlara göre, bir “biz” vardı; bir de o “biz”i zenginleştiren, ama “biz”e dahil olmayan ötekiler; Rojin ve Mardin Korosu da oydu işte.

Lakin Rojin’in yeterince ince ve gerektiğince keskin cevaplarıyla boşluğa düştü bütün o yalancı ve tahakkümcü şefkat ve hoşgörü gösterileri. Bunlar tutmayınca, o en bildik ezbere başvurdu korolardan biri; bayrak açtı gösterisinin sonunda. Bayrağın ne amaçla ve kime karşı açıldığını bu memlekette bilmeyen yoktur; hani canım, “salla bayrağın düşman üstüne”. Bu basitliği de, yine aynı dille yüzlerine vurdu Rojin.

Rojin ve korosundan tedirgin olanlar sadece bu çevreler değildi. Mesela Mardin’in çok kültürlü, çok dilli, çok dinli yapısını ehlileştirmek, böylece hayatı belirleyen bir nehir olmaktan çıkarıp, müzede sergilenecek kuru bir “zenginliğe” indirgemek isteyen yöneticiler de tedirgin oldular onlardan.

Bir de, Rojin’e TRT Şeş serüveninden dolayı kızanlar vardı. Mardin Korosu’na en çok destek vermesi beklenen o çevreler, hem kurumsal hem de bireysel düzlemde onlara tepki göstermekten sakınmadılar.

Kısacası, bütün yerleşik güçleri ve iktidarları huzursuz etmeyi başardı Rojin ve Korosu. Zira verili tanımlara sığmayan, katı sınırları reddeden bir kimlik tasarısı olarak duruyorlardı ortada. Hayatın içinden beslenen ve yüzünü hayata dönen özgür bir toplumsal varoluş taslağının hakiki ve kuvvetli işaretlerini sergilediler.

Final gecesi için seçtikleri türküler, bunun en güzel örneğiydi. Önce Mirkut’u söylediler; Şiwan Perwer’in derlediği o muhteşem Kürt halk türküsünü. Gösterilerini izlerken, “işte gerçek bir Kürt Blues’u” dedim kendi kendime. Sanki ilk defa orada, harmanda tokmak sallarken kendileri yaratmışlar gibi çağırdılar o türküyü.

Ardından Mardin’in kadim türküsü Sabiha’yı seslendirdiler; hem Arapça hem Süryanice hem de Türkçe. Kendimi bildiğim ilk andan beri, annemin o duru ve derin sesinden dinlediğim ve her dinleyişimde beni sarhoş eden Sabiha’yı ne de güzel söylediler; Ahmet Arif’in dediği gibi, “dostuna yarasını gösterir gibi / bir salkım söğüde su verir gibi / öyle derin, öyle içten”...

Rojin ve Mardin Korosu, finalde kaybetti. Ama gerçekten de kaybetti mi ya da neyi kaybetti? Bence onlar kaybetmedi. Internet sitelerinde şöyle bir dolaşırsanız, onların kazanmaması için kimlerin seferber olduğunu görürsünüz. Salt sayılara vurulduğunda bile, finale kadar gelmeleri, onca kampanyaya rağmen finalde o desteği almaları kaybetmemiş sayılmaları için yeterlidir bence. Belki bu emekle Mardin’e okul yaptırma imkânını kazanamamış olmaktan dolayı çok üzüldüler. Lakin bence Rojin ve Korosu, zaten başlı başına bir okul oldu.

Bir caz şairi olarak nitelen Amerikalı siyah ozan Langston Hughes’in Ertelenmiş Düşler Kurgusu adıyla Türkçeye çevrilen kitabından bir şiiri, Rojin’e ve o güzel çocuklara hediye etmek isterim:

Ne olur ertelenmiş bir düşe?
Kurur mu,
Güneşe asılmış üzüm gibi?
Yoksa iltihaplanır da
Bir yara gibi işler mi?
Kokar mı bozulmuş et gibi?
Acaba şekerlenir mi
Şerbetli bir tatlı gibi?

Belki bel verir,
Ağır bir yük gibi.

Yoksa gün gelir ansızın patlar mı?

Mithat Sancar / TARAF


Cevapla

“Köşe Yazıları” sayfasına dön