Diyarbakır Zindanında Kadın Olmak

Paylaşmak istediğiniz her şey
Cevapla
Piremerd
Üstteğmen
Üstteğmen
Mesajlar:413
Kayıt:07 Kas 2006 13:36
Diyarbakır Zindanında Kadın Olmak

Mesaj gönderen Piremerd » 30 Eyl 2007 12:27

Diyarbekir zindani vahsetiyle ilgili bir çok kitap yazildi. Okuyabildigim kadariyla bunlarin hepsi erkek tutsaklar tarafindan kaleme alinmisti. TC'nin zindan politikasi ve uygulamalari anlatilirken kadinlar kogusuna fazla yer verilmedi. O dönemin bilinmesi, gerçeklerin gün yüzüne çikarilarak TC'nin teshir edilmesi ancak, o dönemlerde tutsak olan kadin arkadaslarin anlatimlariyla mümkün. Aradan 23 yil geçse de Diyarbekir zindani hayatimizin önemli bir parçasini olusturuyor. O dönemde tutsak düsen bütün kadin arkadaslara çagrimdir. Esat Oktay ve Diyarbekir zindanini, kadin olarak yasadiklarimizi, kamuoyuna duyurmak önümüzde bir borç olarak duruyor...
17 nisan 1980 tarihinde, Ankara Gazi Üniversitesinde ögrenci iken 7 arkadasimla birlikte Ankara Siyasi polisi tarafindan gözaltina alinmistim. Alindigimizin 2. günü arkadasimiz Yasar Gündogdu, sorgu sirasinda iskenceci polisler tarafindan beyni parçalanarak katledildi. Uzun süren gözaltindan sonra tutuklanarak Ankara Mamak Askeri Ceza ve tutukevine götürüldüm.

12 Eylül cuntasini Mamak Askeri Cezaevindeyken karsiladim. (Burada yasadiklarimiz da ayri hikaye...) bir yil Mamak'ta kaldiktan sonra 1981 yilinin bahar aylarinda -sanirim Mayis- bir gün, sabahin erken saatlerinde içi bomba ve silah dolu bir askeri uçakta, ellerimiz yanimizdaki arkadasla kelepçeli, ayaklarimiza zincir baglanmis bir halde; konusmak, tuvalete gitmek, isaretlesmek, yemek-içmek yasak, kafamiz karsiya dik bakan bir sekilde saatler süren yolculuktan sonra gece Diyarbekir'e ulastik..

Askeri bir cip bizi alarak cezaevine götürdü.
Arabadan iner inmez sanki üst düzey bir komutani karsiliyorlarmis gibi onlarca asker tarafindan etrafimiz sarildi. Dis bölük erlerin ellerinde namlulari bize çevrilmis agir silahlar, digerlerinde ise cop olan iri kiyim askerler hemen komutlara basladilar.

"Saga sola bakma! Tek sira ol! Konusma! Basini kaldirma!.."
Bir kaç basamakli bir merdivenden çiktiktan sonra cezaevinin içine girdik. Bütün duvarlar Mustafa Kemal ve Kenan Evren'in resimleri, sözleri, irkçi sloganlar ve Türk bayraklari ile donatilmisti. Yüzlerimiz duvara dönük sekilde bekletilirken insan azmani askerler, Mamak'tan gelen "azili teröristler"i görmek için egilip yüzümüze bakiyor aralarinda "bunlar mi ulan Mamak teröristleri" diyor ve itisiyorlardi. Bir köpek sesinin duyulmasiyla askerlerin hazir ol vaziyetine geçtiklerini hissettim. Yüzümüz duvara dönük oldugu için gelenleri göremiyorduk. Ayni anda sesini duydugumuz köpek ben ve diger kadin arkadasimin (Nuriye Palali) yanina sokulup sagimizi, solumuzu uzunca kokladiktan sonra hirlamaya basladi, arkamiza geçip burnunu makatimizi sokarak hirlamasini yükseltti. Nuriye ile korkudan buz kesilmistik. Koklama ve hirlama yarim saat kadar sürdü. Nihayet,
"Co, kizim buraya gel!" uyarisiyla köpek arkamizdan ayrildi.

Bir askerin "Sola dön!" komutuyla yüzümüzü döndük ve alayli bir gülümsemeyle "Hos geldiniz" diyen Cezaevi Iç Emniyet Amiri Yzb.Esat Oktay, iskenceci ekibi ve meshur köpegi Co ile karsilastik.

Esat Oktay bize hitap ederek, "Kizlar aybasi mi oluyorsunuz, bakin benim kizim hemen kokuyu aldi" diyerek konusmasini sürdürdü. Korku ve utandirilmaktan kipkirmizi olmustuk. Gerçektende ben de Nuriye'de adet oluyorduk ve Co kan kokusuna gelmisti.
Askerler, kendimizle getirdigimiz bir kaç parça esyamizi didik didik ararken, biz de hazir ol vaziyetinde Esat Oktay'in emirlerini dinliyorduk.

"Burasi Diyarbakir cezaevi, burada Allah benim. Hepiniz dediklerimi yapmak zorundasiniz. Ben burayi hizaya sokmak için gönüllü geldim. Benim oldugum cezaevinde kus bile uçamaz, buradaki bütün kurallara sizden öncekiler uydugu gibi sizler de uyacaksiniz......" diye uzun uzun talimatlarini anlatmaya koyuldu.

Sira kimlik tespitine gelmisti. Benim Mus'lu oldugumu ögrenince -ayni davadan yargilandigim Mümtaz Kotan, Serafettin Kaya ve Rusen Arslan'in da orada olduklarini ve bütün yaptirimlari yerine getirdiklerini anlatarak üzerimizde psikolojik baski kurmaya çalisiyordu. Biz zaten birçok arkadasimizin orada oldugunu biliyorduk. Bir ara "Avukatin Seref su an sampuanli ve televizyonlu odada, siz de öyle bir odada kalmak ister misiniz?" diye alayli alayli sordu. Bunun ne anlama geldigini o zaman kavrayamamistim, zaten cevap verme hakkimiz da yoktu. Sonradan ögrendik ki "sampuanli odadan" kastettigi sey zemini bok ve pislik dolu hücrelermis: "Televizyonlu oda" ise hem bu hücrelerde kalip, hem de iskence edilenlerin seyrettirilmesine verilen isimmis!.. (Yillar sonra Seref Abi ile sohbet ettigimde, gerçekten de o tarihte boklu hücrede tutuldugunu anlatti. Bunu Diyarbakir zindanini anlatan kitabinda ve baska söylesilerinde de anlatmisti.)

E.Oktay nutkunu bitirdikten sonra ekibine "gerekli yere götürün ve iyi agirlayin, biraz sonra gelecegim" diye emir verip ayrildi.
Onun gitmesiyle, askerlerin her bir yandan tekme-tokat vurmalari bir oldu. Birden "Soyunun ulan!" sesini duyduk. Hiç birimiz soyunmayinca iyice hirçinlasip, her birimizi 15-20 kadar asker aralarina alip bütün güçleriyle vurmaya basladilar. Dayak sirasinda bir arkadasimizin kulagi patladi (Süleyman Petekkaya), her yani kan içindeydi, ama askerler için bu bir sey ifade etmiyordu. Erkek arkadaslarin üstlerini yirtarak çikardilar, sira donlarini çikarmaya gelmisti.
Bizim dayak faslimiz devam ederken, bir yandan da güzel bulduklari yanlarimizin hoslarina gittiklerini söylüyorlar, lafla sarkintilik ediyorlardi. Sonuçta biz de -iki kadin- kazaklarimizi çikardik. Iç çamasirlarimizi da -atlet ve sütyenleri- çikarmamizi istediler, çikarmadik. Kendileri yirtarak çikardilar, gögüslerimiz ortaya firladi. Sözüm ona vücudumuzda yara izleri var mi diye bakip tutanaga geçeceklermis. Benim gögsümün ortasinda küçüklükten kalma kedi tirmigi izi vardi. Bu onlar için bir malzeme oldu ve istedikleri elle sarkintiligi yaptilar. Begendikleri yanlarimizi ifade ediyor, "senin memelerin onunkinden güzel, senin ki küçük, seninkinin uçlari daha seksi vs" gibi sözlü sarkintilik yaparak "tutanak" islemini bitirdiler.
3 saate yakin arama ve kayit adi altinda yaptiklari iskenceden sonra biz iki kadini diger arkadaslarimizdan ayirip bir hücreye götürdüler. Kisa bir süre sonra E.Oktay tekrar geldi.

"Odanizi begendiniz mi, isterseniz sizi avukatlariniz gibi sampuanli odaya da gönderebiliriz. Bu gece burada kalin sonra oraya gönderirim. Sizin namusunuz ben ve askerlerimden sorulur. Askerlerimin size karsi bir yanlisini görürseniz bana söyleyin. Askerlerim yanlis bir sey yapmaz, ben ne dersem onu yaparlar. Biz hepimiz namuslu, evli, çocuk sahibi erkekleriz......." le baslayip saatler süren bir nutuk çekti bize. Konusmasindan sonra askerlere hitaben "Ne yapacaginizi biliyorsunuz.." diyerek hücreden ayrildi.

E.Oktay'in hücreden ayrilmasiyla, ellerinde kalin kalaslarla iskenceci ekibi, Kara Bela, Laz Mevlüt, Ömer Çavus, Posta Eyüp, Horoz adlarindaki azili gardiyanlar onun yerini aldi. Bize akillarina ne gelirse, yiginla abuk-sabuk sorular sorup, cevabini begenmediklerine "olmadi" deyip, ceza olarak her defasinda ellerimize coplarla her bir elimize en az yirmiser defa vuruyorlardi. Bu kez baska bir gardiyan "yine olmadi kiz, amina koydugum" diyerek falakaya çekiyordu.. Ilerleyen saat karsisinda uykusuz kalinca iyice kudurmuslardi. Sabaha kadar falaka, dayak devam etti. Ellerimiz ayaklarimiz mosmor kesilmisti, acidan-sizidan bagiriyorduk.
Gün agardiginda, ekibin basi Kara Bela, "Havalandirmaya çikan kogusla konusursaniz aminizi ******** konusmak, isaretlesmek, cama çikmak, yemek, içmek, tuvalete gitmek, volta atmak yasak, bunlara uymazsaniz buradan cesetleriniz çikar. Biz sik sik gelecegiz caniniz sikilmaz" talimatini verip toplu halde çekip gittiler.
15 gün boyunca bu hücrelerde kaldik. Her aksam ve sabah sayimlarinda mutlaka dayak yedik. Her sey yasakti, yemek, içmek, tuvalete çikmak, konusmak. Akliniza ne gelirse.. Sadece kendimize ve baskalarina dayak atilacagi anlari beklemekle geçen günler..

Daha sonra bizi tecrit kogusuna verdiler. Burada yemek, içmek, volta atmak, tuvalete çikmak serbest, fakat havalandirma, konusmak, ranzalarin üstüne çikmak yasakti.15 günde burada kaldiktan sonra kadinlar kogusuna verildik.
Ve artik biz de tüm tutsaklar gibi dayagi, falakayi, hakareti, iskenceyi hayatimizin dogal bir parçasi olarak algilamaya baslamistik.

Kadinlar kogusu

Biz kadinlar yasamin hiç bir alaninda erkeklerle esit haklara sahip olmazken, Diyarbekir zindaninda her anlamda esitlige sahiptik. Iskencede, hücrede, tekmilde, askeri egitimde, sürünmede, sinav çekmede ve diger ne varsa!. Yani erkek koguslarinda uygulanan bütün iskenceler biz kadinlar içinde geçerliydi. Hatta fazlasi var, eksigi yoktu. Örnegin Türk Anayasasina göre kadinlar askerlik yapamazdi. Ama biz Diyarbekir'de yillarca, bir askeri kislada bir erin yaptigi ne varsa hepsini yaptik. Yemek duasindan nöbete, nazari ve ameli egitimden sürünmeye, tekmil vermeden künye okumaya, sinav çekmeden, defalarca otur-kalkmalara, askeri marslarin her gün, her saat okunmasina, mintika temizliginden, günde üç ögün sayimlarina vs kadar.
Iki kisinin yan yana gelip bir laf etmesi kesinlikle yasakti. Yanindaki ister anan, ister bacin veya baska bir yakinin olsun fark etmiyordu. Konustugumuzu yakaladiklari an, saat kaç olursa olsun iskenceci manga kogusa gelip hepimizi falaka ve sira dayagina çekerdi.
25 kisilik kogusta 75 kisi kaliyorduk. Ikiser kisi ranzalarda, geri kalanlar tek battaniye ile yerlerde ranzalarin arasinda yatiyorduk. Beton zemin kadinlardan görünmüyordu.

Her kogus duvarinda -iç koridora bakan kisimda- 6'sar küçük mazgal ve bunlarin üzerinde üç üstten, üç tane altan olmak üzere 6 gözetleme deligi bulunuyordu. 24 saat bu mazgallardan gözetleniyorduk.Askerler istedikleri saatte bu mazgal deliklerinden bizleri izleyebiliyorlardi.
Bir ay sürekli dayak ile geçen hücre ve tecrit cezasi bitiminden sonra ilk kogusa çikarilisimizda bellegime kazinan bu mazgallar olmustu. Uyurken hepimizin yüzü mazgallara dönük, saga-sola dönmek yasak ve sirt üstü yatmak zorundaydik. Öyle ki, asker bizi görmek istediginde direkt yüzümüzle karsilasabilmeliydi.
Benim yatak arkadasim parti davasindan yargilanan ve agir cezaya çarptirilan Sakine Cansiz (Polat) arkadasti. Yat emri verildiginde Sakine'yle, ara ranzalara geçip pijamalarimizi giyinirken bana, yavasça nasil yatmam gerektigini anlatti, uyumak üzere yatagimiza geçtik. Battaniyeyi yariya kadar agzima dogru çektim. Belki nefesimin sicakligiyla uyurum diye. Gözlerim kapali ama ne mümkün uyku gözümü tutmuyor. Sikintidan terlemistim. Bir an gözlerimi açtigimda karsimda iki iri mavi gözle karsilastim. Kendinden geçmis, çok korkunç bakiyordu bu gözler. Hemen battaniyeyi basimin sonuna kadar çektim. Korkmus, irkilmistim. Battaniyenin altindayken, yillar önce okudugum Haydari Kamp'i isimli roman aklima geldi. Roman, Yunanistan Albaylar Cuntasi döneminde politik bir tutsagin yasadigi iskence ve tutsak günlerini; bir gece iskence sonrasinda bitkin düsmüs sekilde hücresinde uyurken birden uyandiginda kendisini izleyen mavi gözlerle karsilastigi ani ve hissettiklerini anlatiyordu. Kitabi okurken oldukça etkilenmistim. Yillar sonra çok benzer bir ani yasamak hem ürkütücü, hem de ilginç gelmisti... O gece gözlerim kapali ama, hiç uyumadan; gardiyanin "sabah çorbasi al!" komutuyla yataktan firlamistik...
Diyarbekir'de adet görmek bir iskence idi....
Her kadinin dogalligindan kaynaklanan aylik adet görme, bizlerde bir iskence halini almisti. Çogu arkadas stresten adet olamiyor, bunun yarattigi bir takim hastaliklar yasiyorlardi. Asiri sinir, sismanlik, terleme vs. Adet görenlerimiz ise, keske biz de olmasaydik diye her ay neredeyse dua ediyorduk. Çünkü kogusta pamuk, bez, orkit gibi korunmaya yönelik malzemeleri bulundurmak yasakti. Kanamasi olan arkadas ya direkt kendi, ya da kogus sorumlusuna haber verir, o da gardiyani çagirip tekmil vererek bir miktar pamuk alirdik. Tekmili söyle verirdik;
"Nuran Çamli, 1961, Mus dogumlu. Kanamam var, pamuk alabilir miyim komutanim?"
Gardiyan ne için pamuk istedigimizi bilmesine ragmen, igrenç duygularini kabartip, agzindan köpükler saçarak,
"Niye istiyorsun agzuna suçtugum, olmadi hele bir daha de!"
diyerek defalarca tekrarlatirdi. Eger vermek niyetinde ise "tamam anlasildi" der, niyeti vermek degilse "olmaz, ben mi dedim gan gelsin" diye alay ederdi. Sonuçta pamuk gelirdi. Pamugu isteyen arkadasi çagirir, üzerine firlatirdi. Yaninda iskenceci ekipten bazilarini da getirir onlarinda bizimle alay etmesini saglardi.
Vücut temizligi için de yine ayni tekmili verir, agda istegimizi açiklardik. Gardiyanin tavri ve yaniti ayni olurdu. Ki bu talebimiz "lüks" sayilir, kolay kolay karsilanmazdi.

Gardiyana tekmil vermeden, oldugumuz yerden ayrilmak yasakti. Nereye gidersek gidelim -tuvalete, mutfaga, koridora vs- izin almak zorundaydik. Tekmil vererek gittigimiz gibi, geri döndügümüzde de tekmil vererek yerimize geçmek mecburiydi. Örnegin, adet günlerimizde kirli pamuklari atmak tam bir iskenceydi.. Kosar adimlarla gardiyanin yanina gider, hazir ol vaziyetine geçer, künye okuduktan sonra "Elimdeki çöpü atabilir miyim komutanim" derdik.
Aramizda söyle bir diyalog geçerdi;
"-Ne çöpüdür, agzuna suçtugum?!"
"-Kirli pamuk komutanim!".
"-Kirli pampug nedir galtax?!"
"-Kanamam vardi onun pamugu komutanim!"
"-Neren ganadi, agzuna suçtugum?!"
Buna yanit vermez, kafamiz dik ve karsiya bakar vaziyette çöpü atmak için izin çikmasini beklerdik. Gardiyan histerik duygularini giderdikten sonra
"-At agzuna suçtugum!"
diyerek izin verirdi. Kosar adimlarla çöpü atip gelir, tekrar tekmil verirdik;
"-Çöpü attim komutanim, yerime geçebilir miyim?"
"-Ne pox yemeye yerine geçecaxsan, agzuna siçtugum, cezalisan!"
Bütün amaci bizleri saatlerce karsisinda tutup, vücudumuzu izleyerek, igrenç duygularini tatmin etmekti.
Bize, isimlerimizle degil,"kaltak - agzina siçtigim - kapatma- orospu" diye hitap ederdi/edilirdi.

Kogus Sorumlulugu

Biz Diyarbekir'e gelisimizde kogus sorumlulugunu parti davasindan Gönül Atay isimli arkadasimiz yapiyordu. Daha sonra ayni davadan yargilanan Aliye Saruhan, ondan sonra ise ben yaptim. Kogus sorumlulugu E.Oktay tarafindan tayin ediliyordu. Gidisimizin üzerinden bir kaç ay geçmisti. Bir gün kogusa geldiginde hepimiz içtima düzeninde iken, "bundan sonra kogus sorumlunuz Nuran"dir demisti. Sasirmistik. Neye göre tayin ediyordu bilmiyorduk.
Kogus sorumlusu, kogusun tümünden sorumlu tutuluyor, güya askeri kurallara göre, tutsaklar üzerinde askeri hiyerarsi uygulamis oluyorlardi.
Kogus sorumlulugu bizim açimizdan önemli bir isleve sahipti, önemsiyorduk. Idarenin bütün amaci her birimizi tek tek muhatap alip, az da olsa aramizdaki birlikteligi bozmak, özellikle genç arkadaslardan ispiyoncu tipler olusturmakti. Günlük karavana alimlarinda, revire gidislerde, koridorlari yikamada, kantin alisinda, nöbette, su ve çay alimlarinda gardiyan o günkü nöbetçiyi yalniz götürürdü. Bizler olasi bir olumsuzlugu ve sarkintiligi önlemek için gidenin yaninda mutlaka kogus sorumlusunun da bulunmasinda israr ediyorduk. Genellikle uygulanirdi bu.

Hafta basi ve hafta sonu koridor temizligi yapmak zorunluydu. Gardiyan, bazen gözüne kestirdigi genç arkadaslarimizi çagirir, biz -ben, sakine, cahide, gönül, aysel- onlar temiz yikamiyorlar, biz yikiyalim diyerek her seferinde mutlaka içimizden en az 3 kisinin yer almasini saglardik. Tabii canimizda çikardi. Büyük varillerde 2.kata su tasimak bir felaketti. Bidonlar naylondu ve hep ellerimizi kesiyordu. Buna ragmen gönüllü olarak çogunlukla biz islere kostururduk.


Piremerd
Üstteğmen
Üstteğmen
Mesajlar:413
Kayıt:07 Kas 2006 13:36

Re: Diyarbakır Zindanında Kadın Olmak

Mesaj gönderen Piremerd » 30 Eyl 2007 12:28

Mahkeme iskencesi

Mahkemelere gidis gelisler de tam bir iskenceydi. Tam iki yil mahkememizin açilacagi günü bekledim.
Mahkemenin açilacagina birkaç gün kala, Gardiyan tekmille çagirip elime alelacele bir iddianame tutusturdu. Okuduktan hemen sonra da geri vermemiz isteniyordu. Içerde not alacak ne bir kalem, ne bir kagit bulunmuyordu. Suçlamalari anlamak, kavramak, yanitlar olusturmak, o gerilim içinde mümkün degildi. Ve hemen iddianame geri alindi. Böylece hakkimizdaki iddialardan yasal olarak "haberdar" edilmis olduk. Diyarbekir Sikiyönetim Komutanligi Rizgari - Ala Rizgari Ana davasinin iki kadin sanigindan birisiydim.
Mahkeme sabahi erkenden kaldirildik, çorbadan hemen sonra ana koridora çikarildik. Davanin bütün saniklari gardiyanlarin küfür ve hakaretleri içinde koridora diziliyorlar, yüzleri duvara dönük olarak hazir ol vaziyetinde bekletiliyorlardi. Yillardir haber alamadigimiz arkadaslarin yüzünü göremiyorduk, ama tekmil ve satasmalardan varliklarindan haberdar olmak bile insani mutlu ediyordu.
Yine küfür, hakaret ve rast gele bahanelerle kafalara yumruk, ayaklara tekme ile ellerimiz arkadan kelepçelendi. Kelepçeler neredeyse kan oturasiya kadar sikiliyordu. Sonra sira halinde ayrica birbirimize zincirlendik. Ayaklarimizi da birbirine ancak birer adim atacak serbestlikte zincirledikten sonra, baslarimiz yere egik vaziyette, Cezaevi avlusunda bizleri bekleyen askeri Cemselere bindirildik. Ne bindirilme! Birbirine zincirlenmis vaziyette ve itile kakila yürümek mümkün degildi, birinin sendelemesiyle birbirine bagli olan hepimizin domino taslari gibi dengemiz bozuluyor devriliyorduk.

Cemselerin içinde yine hepimiz ayakta ve arka arkaya, yapisik vaziyette sikis sikis doldurulmustuk. Diyarbekir sicaginda ve bu kadar insanin nefesi ve havasizlikla adeta bayilircasina Mahkemenin yapilacagi garnizona götürülüyorduk.
Bizimle ayni gün yanilmiyorsam TKSP Ana davasi da görülüyordu ve bu davanin saniklari da getirilmislerdi. Bagirip çagirmalardan Mehdi Abi'nin (Mehdi Zana) de orada oldugunu anlamistim. Hakaret ve satasmalara maruz kaliyordu.
Bütün bu islemler sirasinda sürekli kurallara uymamiz, sadece sorulanlara cevap vermememiz, cezaevi hakkinda bir sey anlatmamamiz, kendi aramizda bir sey konusmamamiz için sürekli uyariliyor, tehdit ediliyorduk. Zaten yer yer su veya bu bahaneyle dövülen arkadaslarimizin sesleri ile estirilen terör, küfür ve komutlarla sahne tamam oluyordu.

Mahkeme binasina alinmadan önce disarida uzun süre günesin altinda kelepçelerimiz açilmamis vaziyette bekletildik. O zaman bazi tanidik arkadaslari profilden de olsa görme sansim oldu. Tesadüfen Seref Abi (Serafettin Kaya) benim önümdeki siradaydi. Çok zayiflamisti, ter kan içinde kalmis zor nefes aliyordu. Gardiyanlardan içmek için su istedi. Gardiyanlar, küfürler savurarak Seref Abi'ye su getirmediler. Sonra, belki kadiniz, bize getirirler düsüncesiyle ben de su istedigimi söyledim. Bize de küfür ve hakaretler yagdirdilar ama bir süre sonra neredeyse kaynar derecede bir tas su getirip uzattilar. Benim, gelen suyu içmesi için Seref Abi'ye uzattigimi gören gardiyanlar bir vurusta suya yere döktüler.

Mahkeme salonuna alindigimizda da, göz ucuyla bile olsa saga sola bakmamiz yasaklanmisti. Gözlerimizi hep karsiya "Adalet Mülkün Temelidir" yazisina sabit olarak tutmak zorundaydik. Bu intizama uymayanlar mahkeme salonunda hakimlerin gözü önünde coplarla yere seriliyorlardi. Bu yüzden ilk durusma günü bayagi kalabalik bir izleyici grubu ve basin gelmesine ragmen hiç birini ne görebildik, ne fark edebildik.

Hakimlerin karsisinda da esas durusta durmak ve onlara "Komutanim" diye hitap etmek zorundaydik. Bize tipki gardiyanlari hatirlatir biçimde tuzakli sorular yöneltiyor, evet ya da hayir gibi kisa cevaplar vermemizi bekliyorlardi.
Mahkeme sorgusu yanilmiyorsam iki gün sürdü. Sorgularin bitiminde Seref Abi, hasta oldugunu ve durusmadan "vareste" tutulmasini talep etti. Sorulanin disinda bir sey söylemeye, istemeye kalkismak mahkeme için büyük bir "vukuatti". Askerler Seref Abi'yi hemen orada hakimlerin gözü önünde coplarla, yumruklarla yere çökerttiler; agzini burnunu kan içinde biraktilar. Çok kötü durumdaydi. O haline yüregim sizlamisti.
Seref Abi, dönüste kariyerin içinde de, sen nasil mahkemeden bir sey istersin diye feci sekilde dövüldü. Cezaevine getirilince de guruptan ayrilip merdiven altinda yine dayaga alindi. Ikinci gün de merdiven dayagi Rusen Abi'nin (Rusen Arslan) basina geldi.

Gardiyanin kimligi

Cezaevindeki görevlilerin tümü askerdi. Hepsi askeri elbise giyiyordu. E.Oktay'in ekibi ise özeldi. Bu iskenceci grup zaman zaman normal asker saçindan daha uzun saçli, biyikli, sakalli ve sivil elbise-ayakkabiyla da gelebiliyordu. Özellikle Kara Bela alisilmisin disinda bir askerdi.
Bizim kogusun gardiyani da askerdi. Ama ne asker, tipik bir SS idi. Oldukça iri, sarisin ve gözleri çig maviydi. Konusurken agzindan sürekli köpükler saçardi ve oldukça küfürbazdi. Gümüshaneliydi. Türkçe'yi tam olarak bilmiyor, sonradan ögrenme yarim Türkçe ile konusuyordu. Kadin kogusu gardiyani oldugu için arkadaslari onu "Horoz" diye çagirirdi. Yani biz tavuk, o ise "horoz"umuzdu. Kadinlar kogusunun gardiyani kim olursa olsun lakabi ayniydi: "Horoz!". Ayrica zaman zaman Güler adinda polis giysili bir kadin gelirdi. Bizim gardiyanimiz oldugunu söylerdi. Fakat hiç bir inisiyatifi yoktu, iskenceleri seyredip, erkek agziyla küfür etmenin disinda...

Yüzbasi Esat Oktay'in has iskenceci ekibinde yer alirdi. Esat Oktay bu ekibine her türlü inisiyatifi vermis, üzerimizde her sey yaptirma hakki tanimisti. O nedenle gerek gardiyan, gerekse iskenceci ekibin diger elemanlari istedikleri saatte -özellikle gece geç saatlerde ve zil zurna sarhos bir biçimde- kogusun kapisini açar, hepimizi saatlerce hazir ol vaziyetinde tutar, hakaret, küfür, dayak, falaka, seansindan sonra giderlerdi.

Dis kantin alimi yapildigi bir gün, gardiyan kantin alisverisini kogusa getirdiginde egilmis, cebinden nüfus cüzdanini düsürmüstü. Kasalarin suraya buraya tasinmasi, kaldirilip indirilmesi karmasasinda kimligini düsürdügünü farketmemisti. Gördügüm gibi hizla kimligini kapip sakladim. Kogusta Sakine, Gönül ve Cahide'ye gösterdim. Hepimiz birlikte gardiyanin kimlik bilgilerini kisa sürede beynimizin içine kazircasina ezberledik. Bu bize ileride lazim olabilir diye düsünüyorduk.
Gardiyanimiz, Gümüshane ili, Kelkit kazasi nüfusuna kayitli, Mehmet oglu BAHATTIN DEMIR idi.

Ezberimizi bitirdikten sonra yeni bulmus gibi, Nüfus cüzdanini düsürdügünü söyleyerek kendisine verdim. Kipkirmizi oldu ve panige kapildi o anda.
Daha sonra bu kimlik bilgileri çok isimize yaradi. Bir vesileyle kendisini disardan tanidigimizi hissettirdim. Gümüshaneli olmasindan övünerek bahsettigi bir gün, ben de bilincli olarak "Kelkit'i bilir misiniz, babam orada Yatili Bölge Okulunun müdürüdür." Dedim. Amacim kendisine ulasabilecegimiz mesajini vererek bir nebzede olsa kötülüklerini barajlayabilmekti. O zaman da çok panige kapildi, hatta "Orada Mehmet Demir diye çok yardimsever bir amca var tanir miydiniz?" diye babasinin adini verince bunda tam safak atti. Ayni zamanda aptal birisi oldugu için düsürdügü nüfus cüzdanindaki kimlik bilgilerini kullandigimizi tahmin edemiyordu tabi. Bu blöfümüz tuttu. Dedigine göre bir kardesi babamin ögrencisiymis. Oysa babamla 4 yasimdan beri bir alakam yoktu. O günden sonra Bahattin kendisini gerçekten tanidigimi düsünüyor, benden çekiniyordu.

Mastürbasyon!

Gardiyan tipik bir sapikti. Diyarbekir'in kizgin, sicak günlerinden bir gün, tam öglen 12.00'de bizi havalandirmaya çikardi. -O dönem kogus sorumlusuydum.- Bu saatte niçin havalandirmaya çikarildigimizi anlamaya çalisiyorduk. Çünkü yemek ve dinlenme saatimiz yaklasiyordu. Havalandirmada egitim düzeni aldik. 15 dakika irkçi Türk marslari esliginde kosar adimlarla egitim yaptirdiktan sonra "istirahat" komutu verildi. Sicaktan sanki beynimiz kayniyordu. Hepimiz volta atmaya koyulduk.
Bir ara gardiyan aramizdan 2 arkadasi yanina çagirdi. Arkadaslar hep oldugu gibi, kosar adimlarla yanina gidip ".......emir ve görüslerinize hazirim komutanim" tekmilini verdiler."Emredersin komutanim" demeleriyle kosar adimlarla yürümeleri bir oldu. Meger gardiyan, arkadaslara hizli yürüyerek volta atma emri vermis. Kizlar, bir yerlere yetiseceklermis gibi delicesine yürüyorlar. Biz de her zamanki cezalardan biridir diye düsündük. Ceza ve dayak, günlük yasantimizin temel bir parçasi idi. Kazayla o gün dayak yememissek -ki hemen hemen olmazdi- mutlaka bir anormallik var diye düsünür, gardiyana çaktirmadan gülüsürdük.

Bu sapik adamin amacini hiç birimiz anlayamamistik. Uygulamanin, ayni arkadaslar tarafindan bir kaç kez fakat, farkli gün ve saatlerde tekrarlattirilmasi dikkatimizi çekmisti. Bu arkadaslarimiz hepimizden sismandilar. Sismanliktan öte, adet olamadiklari için vücutlari anormal biçimde sismisti.
Son uygulamada gardiyani çok çirkin bir biçimde yakalamistim. Yine arkadaslari hizla yürütüyor, kendi de havalandirma kapisinin önüne bir sandalye koymus oturarak kizlari seyrediyordu. Kizlar, hizla yürürken bütün bedenleri hareket halinde, özellikle gögüsleri bir o yana, bir bu yana gidip geliyor. Bir ara gözüm gardiyana ilisti. Sapik herifin yüzü kipkirmizi kesilmis, agzi köpük içinde, elleriyle organini tutmus hayvanca sesler çikariyor. O an beynimin, kafatasimdan disariya firladigini hissettim. Her seyi göze almistim, isterse beni öldürsün, bu sapik davranisini açiga vuracaktim. Kosarak yanina gidip tekmil verdim, kendinden geçmis beni ne duyuyor, ne de görüyordu, pantolonunun ön kisminin islak oldugunu fark ettim iyice dellenmistim.Var gücümle bagirarak tekrar tekmil verdim "ne var agzuna siçtugum" deyip gözlerini yüzüme dikti. O an, parmaklarimi gözlerine sokmak geldi içimden.

"-arkadaslarin cezasi nedir? Diye sordum -soru sorma hakkimiz yoktu, ama nerde inceyse, orada kopsun demis her cezayi göze almistim-
"Agzuna siçtugum sana ne, kenduleri bilir ne oldugini, sana hesap mi verecegum!" deyip yerinden kalkarak çildirmisçasina üzerime çullandi. Kafa, göz demeden vuruyor, bir yandan da küfür ediyordu. Burnumdan kan akmaya baslayinci,dövmeyi birakip "hele bax sori sorirsan he, agzuna suçtugum çabux get yüzün yixa" deyip, hamama gitmemi emretti. Yüzüme su vurunca sizidan duramiyordum morluk içindeydi. Havalandirmaya geldigimde içtima emri vererek, hepimizi kogusa soktu.
Kogusun kapisini kilitlerken kendisine, kizlari bir daha bu sekilde yürütmemesini, gerçek kimligini bildigimi ve kendisini tanidigimi vurgulayarak kimlik kozunu kullanmaya çalistim. Hizla, demir kapiyi yüzüme çarpip küfür ederek gitti. Kogusta arkadaslara, bir daha tekrarlatmak isterse kesinle yapmamalarini, her türlü cezayi göze almalarini ve gardiyanin amacinin ne oldugu anlattim. O günden sonra gardiyan bu ahlaksiz yöntemini bir daha kullanmadi. Tehdidim bosa çikmamisti.

Banyo

Haftada bir gün banyo hakkimiz vardi. Yazin kaynar, kisin ise buz gibi sularla "yikanirdik". Çogu zaman sabunlu çikardik banyodan. Yine bir banyo günümüzdü. Gardiyan banyoyu kontrol etmem için emri verdi. Sulari kontrol etmis dönüyordum ki, duvarda çis ile yapilmis, anlamakta zorlandigim bazi çizimlerle, yerdeki çis birikintisini fark ettim. Kogusa çiktigimda arkadaslara söyledim. Bir sey anlamamistik. Ertesi gün özellikle gitmis yine ayni seyle karsilasmistik. Bu kez herhalde Co isiyor diye yorumladik. Bu bir kaç gün tekrar etti. Bir gün ise bu olay daha ileri gitmis, çis ile hem cinsel organlar daha net çizilmis, hem de kadin ve erkek organ isimleriyle, "hepinizin amina goyim" diye küfür yazilmisti. Bahattin kendini ele vermisti, kendisinden baskasi degildi, aynen onun sivesi ile yazilmisti küfürler.
Gardiyan hem ahlaki, hem de genel olarak keyfi ve kendi inisiyatifiyle çesitli cezalar uyguluyordu. Örnegin, normalde verilen yemekler zaten sayimiza yetmiyordu, azdi. Gardiyan bazen yemeklerin biz kismini havalandirmadaki tuvalet lagimina döküyor, bazen de kuru olanlari çaliyordu. Özellikle kahvalti türü yiyecekleri çaliyor, odasinda bulunduruyordu. Bir gün yeni gelmis ve hücrede tutulan genç bir kiz arkadasa su veriyorduk. Gardiyan odasinin kapisini açik unutmus havalandirmaya gitmisti. Bizde bu firsattan hemen odayi kolaçan etmis gördüklerimiz karsisinda saskina dönmüstük. Kokmus yumurta, kurumus zeytin-peynirler, küflenmis ekmekler vs. çok pis kokuyorlardi. Yakalaniriz korkusuyla acelece bakmis hemen disariya çikmistik.

Kogusumuzda küçük denilecek yasta kizlar vardi. Kimi 13, kimi 14 yaslarinda, hemen hepsi çok güzel kizlardi, çogunun politik bilinci yoktu ama agir örgütsel suçlarla itham ediliyorlardi. Gardiyan, bu arkadaslarimizin bazilarini tehdit ederek bir kaç sefer gizlice özel islerini yaptiriyormus. Postallarini sildirmek, mendil ve çoraplarini yikatmak gibi. Kizlar bunu bana tam da çis meselesinin son gününde söylemislerdi. Artik bu gidisata son vermeye karar vermistik. Gardiyanla konusacak, her seyi bildigimizi -kizlari özellikle kosturdugu, özel islerini yaptirdigini, duvara isedigini, yemeklerimizi çaldigini vs- söyleyecektik. Ya bu tür yöntemlerden vazgeçecek, ya da E.Oktay'la görüsme talebimizi iletecektim. Gardiyan bize yönelik her türlü iskence yapmak hakkina sahip olmakla beraber, inisiyatifini kullanip iskenceci ekipden ayri da pislik yapiyordu ve bunun duyulmasinda da korkuyordu. Yoksa it itin ayagina basmazdi. Biz ne kadar E.Oktay'la görüs talep etsek de her sey onun bilgisi dahilinde yapiliyordu.

Gardiyana, genç arkadaslarimiza yaptirdigi özel islerinden ve hamama çis ile yazi yazdigini söyledigimde ilk tepkisi yüzüme yumruk atmak oldu. Ben diretince dinlemeye koyuldu ama her seyi inkar etti. Ben de bir daha tekrarlarsa E.Oktay sayima geldiginde kendisine bildirecegimizi söyledim. Ayrica kendisini tanidigimi bir kez daha tekrar ettim.. Özel uygulamalarindan vazgeçmesinin iki nedeni vardi kanimca, birincisi; kimligini biliyor olusum ve bunu sik sik kendisine hatirlatmam, ikincisi ise; özel islerini yaptirmasinin digerleri tarafindan bilinmesinden duydugu korkuydu. Bizde bu zaafini tespit ettigimiz için gerektigi anlarda kullaniyorduk. Sonuçta almistik bu tür uygulamalari tekrarlamiyordu artik.

"Co!"

Esat Oktay'in "kizim" dedigi Co isimli köpegini, biz kadin tutsaklar besliyorduk. Sabah yemegi için bizim hücreye getirilirdi. Her sabah yeni kesilmis iki kilo yagsiz kuzu eti, bazen de dalak, ciger, yediriyorduk. Gardiyan, köpege her aksam kan içtirildigini söylüyordu. Celladimizi kendi ellerimizle besliyorduk. Biz karnini doyurduktan sonra erkek arkadaslarin üzerlerine saldirtmak için diger koguslara götürüyorlardi. Bazen havalandirmada seslerine tanik oluyorduk. E.Oktay kogusa her gelisinde köpegi de mutlaka yaninda olurdu. Co'ya yemek verdigimiz için bizi tanidigini ve saldirmayacagini düsündüklerinden yemek yedirmenin disinda fazla getirmiyorlardi yanimiza.

Dayak ve asagilama

Bir gün benimde içinde oldugum 7arkadasa -Sakine Polat (Cansiz), Gönül Atay, Cahide Sener, Fatma Çelik, Aysel Çürükkaya, Nuran Çamli ve Halide (Halide'nin soyadini hatirlayamiyorum) keyfi olarak 2 gün hücre cezasi verildi. Kogusta temiz bir falaka faslindan sonra hücreye indirildik. Her zamanki gibi bütün dogal ihtiyaçlardan men edildik. Aksam sayiminda iskenceci ekip zil zurna sarhos, kahkaha atarak, ellerinde zincirlerle hücreye geldiler. -Alay olsun diye zaman zaman isimlerimizle hitap eder, "nurancigim, sakinecigim, gönülcügüm, ayselcigim" derlerdi. O aksam, böyle hitap etmeye karar vermislerdi. Hepimize öncelikle 20-20 el falakasiyla seansimiz basladi. Kadinlik onurumuzu asagilayici sohbetlerinden sonra kendi aralarinda bir mahkeme kurdular. Kara Bela hakim, Ömer çavus savci, digerleri gah, infaz memuru gah savci oluyorlardi. Sirayla isimlerimizi söyleyip, hakkimizda verdikleri cezalari tarafimiza teblig ettiler. Söyle ki;
Kara bela,
"hepsi için 50'ser el, 50'ser ayak falakasi talebiyle durusmayi açiyorum"
Laz Mevlüt itiraz ediyor,
"50'ser az bulundugundan, sayi 100'e çikarilmistir".
Bu kez kara bela itiraz ediyor,
"75'te anlasalim, ne acelen var yarak, nasil olsa sabaha kadar kizlarla beraberiz 100'de geçecegiz, ne güzel egleniyoruz."
Bu cezada karar kilip uygulamaya geçtiler. Her bir elimize yetmisbeser olmak üzere toplam 150 el sopasi yedik. 10 copu çektikten sonra ellerimiz dirseklerimize kadar uyustu, morardi. Cop inip kalktikça moraran ellerimiz patlayip kan akmaya basladi. Öyle ki artik ellerimizi açamaz hale geldik. Yine de sayi tamamlanmadi diyerek bu kez ellerimize -köpeklerin patilerini yukariya kaldirdigini düsünün- o halde vurmaya devam ettiler. Ellerimiz bileklerden bagimsiz olarak kendiliginden düsüyor, tirnaklarimizin ucundan kanlar akiyordu. Bir süre sonra ellerimizi kaçirmaya basladik, bu kez içi demir olan coplarla rastgele vurdular. Tamamen güçsüzlesmistik, coplar bedenlerimize indikçe bogazimiz yirtilircasina çiglik atiyor, bagiriyorduk, seslerimiz birbirine karisiyordu.

Çigliklarimiz gecenin geç saatinde havalandirmada yanki yapiyordu. Durmaksizin vurarak verdikleri ceza sayisini bitirdiler.
Bu kez, her bir elimize elliser olmak üzere yüz falaka da ayaklarimiza yedik. Ayaklarimizda kisa sürede ellerimizin durumuna geldi. Ayaklarimiz altinda yariklar açildi.
Yorulduklari için kara bela hakim sifatiyla "5 dakika ara verilmistir" dedi. Biz ise kendimizde degildik, hepimiz yerlerde inliyorduk, iskenceciler üzerimize abanmis vücudumuzun muhtelif yerleriyle oynuyor, "çok mu aciyor canim" diye alay ediyorlardi. 5 dakikalari dolmus olacak ki, tekrar kara belanin sesi duyuldu, "ayaga kalkin ulan, amini siktigim oruspular, bu aksam hepinizi tek tek sikecegim.". Bizi zorla ayaga kaldirmaya çalistilar, patlayan ayaklarimiz bizimle degildi, ayakta duramiyorduk. Ayaga kaldirma bahanesiyle bedenlerimize sariliyor, igrenç sapik isteklerini tatmin ediyorlardi.

Bu kez sözlü saldirip, psikolojik olarak yönelmeye basladilar. Hepimizin burun, agiz, kulak, kas, göz, kirpik, yanaklarimizdan, gögüslerimize kadar degerlendiriyor, hoslarina giden yerlerimizde elleriyle geziniyorlar, "Gönül'ün burnu, Fatma'ninkinden güzel", "Sakine, Nuran'dan daha endamli", "Cahide'nin memeleri daha iri degil mi" diyor, her birimize laf atip, çirkin bulduklari yanlarimizla da "sen bu çirkinlikle evde kalirsin kendine koca bulamazsin, bak biz variz, biz seni siker, hallederiz", birbirlerine "yarak, onu önce ben sikecegim", "ne kadar çirkinsin, ben kari diye sikimi sana sokmam" diye çok igrenç konusuyor, histerik bir sekilde bagiriyorlardi.
Halide arkadasimiz bir kolundan özürlüydü. Dirsekten itibaren eli yoktu. Kalan et kismi top halini almisti. Halide'nin önce yüz hatlariyla epey bir alay ettiler.. Kara Bela, arkadasin özürlü kolunu tutarak zorla açmaya çalisiyor, bir yandan da "bomba atarken elinde mi patladi, kolsuz kahraman" diye onuruyla oynuyordu. Halide'nin kolunu biri birakiyor, digeri aliyor, ayni yöntemi uyguluyorlardi. Gerek fiili iskence, gerekse onurumuzla oynama seanslari sabaha kadar sürdü. Hiçbirimiz de hal kalmamisti. Iyice yorulmus, gönüllerini eglendirmis olacaklar ki, Kara Belanin "bu gecelik yeter, yarin gelecegiz kizlar" demesiyle hücrenin kapisini kilitleyip gittiler.
Aramizda evli, nisanli arkadaslarimiz vardi ve bunlarin es veya nisanlilari da ayni zindanda tutsakti. Iskenceci ekip onlari da taniyordu. Iskence yöntemlerinden biri de; evli, nisanli, kardes, akraba, kan bagi, hemseri baglarini birbirlerine karsi kullanmakti. Medeni durumlarini bilen arkadaslarimiza eslerinin adini vererek, "hiç seni sikti mi, amini begendi mi" türünden hakaretler yapiyorlardi.

Nuran CAMLI MARASLI
jana jiyan
Başçavuş
Başçavuş
Mesajlar:118
Kayıt:10 Eyl 2007 15:13
Ruh Hali:Mutlu
Cinsiyet:Erkek
Takım:Beşiktaş

Re: Diyarbakır Zindanında Kadın Olmak

Mesaj gönderen jana jiyan » 02 Kas 2007 21:47

ferhat kurtayın bir sözü vardı bütün zındanlar zordur ama d.bakır zindanı zorun zorudur....
Cevapla

“Serbest Kürsü” sayfasına dön